22 Kasım 2015 Pazar


RENGARENKTİR, KELEBEK KANATLARI ...!
Ruhumu, hicranlara salarak gidişinle ...

Ardın sıra....


Avuç, avuç hüzünler biriktirdim ..


Yükledim, kelebek kanatlarına ..


Ondandır, tıpkı gönlüm ve ruhum gibi ..


Rengarenktir, kelebek kanatları ..!


Rengarenktir, kelebek kanatları ..!
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Ereğli / KONYA


22/11/2015


YIKIK, DÖKÜK….

Sensiz boynu bükük yüreğim

Boynu bükük buralar.

Gidişinin ardı sıra, mahzun ve yitik yüreğim.

Yalnızlığın , hicranını içiyorum.

Yudum, yudum.

Tıpkı, şu virane kır kahvesi kadar..

Salaş  gönlüm .

Yıkık dökük kaldım ardın sıra ..

Şimdi, yüreğimin boynu bükük

Kırlangıçlar misali ..

Dönüşsüz gidişlere

Uçalı beri sen..

Boynu bükük yüreğimin..!

Boynu bükük...

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Ereğli /Konya

12/ 11/ 2015





21 Kasım 2015 Cumartesi


BENİ, BENİMLE BAŞ BAŞA KOYMUŞLUĞUYLA …!
Korku dağları devrildikçe üstüme, üstüme ..

Ruhsal depremlerde, kıvrandıkça …


Sesler, siluetler, gölgeler çoğalıyor ..


Duygu dünyamın yerle yeksanlığında ..


Girdaplarda çekildikçe çekildikçe, çekiliyorum diplere, diplere .


Hücrelerime dek işleyen, sanrı nöbetlerinde …


Yıkılıyor, sığınaklarım, fildişi kulelerim ….


Sürüp-savuruyor beni, korku kasırgaları …


Tüm kapıları açılıyor azap odalarının, işkencehanelerin ..


Der-dest edip , yaka-paça sürüklemelerde çekilip götürülüyorum .


İtirazıma , isyanıma, yalvarıma aldıranların olmamışlığında ..


İpleyen yok, beni ..!


Sağır duvarlarda patlayan seslerimin, çığlık nidalarında yutuluyorum .


Tükenişin zirvesini görmüşlüğümle ..


Uçurumlara düşüyor, düşüyorum ..


Kan-ter içinde kalmacasına ..


Kabuslarla bölünen uykularımda .


Davacının faili meçhullüğünde..


Suçlayanların, perde ardında cirit atmışlığında ..


Suçun sanığı mı, mağduru’ muyum, belli değil …!


Reva görülen zulümlerin ardı-arkası kesilmiyor .


Tek hedefe odaklı harekatların ….


Hedef tahtasına acımasız ve apansız yerleştirilmişliğimle ..


Eller uzanıyor, eller ..


Bedenleri olmayan , eller ..


Soluksuz kalıyor, tir , tir titremelerde geçiyorum kendimden…


Sıtma tutmuş uyuz soksak köpeği dermansızlıklarında


Dilim ağzımda büyüyor, karnım kör ağrılı sancılara teslim ..


Bacaklarım tir, tir titremeler tutsak ..


Sel nöbetlerine dönen terlemelerde, boğuluyorum .


Yapış, yapış oluyor her yanım,


Boz-bulanık su girdapları yutuyor ..


Ben, perme perişanlıkların tutsağı biçareyi, hallerin böyleliğinde !


Bir ses uğulduyor, meçhullüğün pervasızlığıyla ..


Kulaklarımı sağır etmecesine, yüreğimi patlatmacasına …


Ve,


Haykırış, haykırış çoğalarak dolmacasına, içime ..


Ölümle korkutup, sıtmalar da debelenerek ömür çürütmeye razı olayım diye, buyurganlıkla …


Erekleri meçhul, saldırıları amansız ..


Solukları nefret, buğz, kan, kin ve ölüm kokuyor ..


Korku krallığının, meczup neferlerinin kuşatmasında …!


Beni, içimdeki o masum çocuğu, çalmalara yeltenmelerde..


Paralıyorlar acımasızca paralıyorlar, beni ..!


Nefretle diş bilemişliklerde..


Kalabalıklar duymuyor sesimi.


Hatta, kalabalıklar çoğaltıyor ve kamçılıyor yalnızlığımı ..


Camdan ve kalın su sütunlarından..


Dev, buz mavisi kalın kör duvarların ortasındaki bir başımalığımda ..


Duvarsız duvarlarla çevrili, korkunun otağı ..


Karanlık, kör odalardaki kuşatılmışlığımda …!


Ben, el-aman dedikçe..


Sırt dönüp gidiyor o, sürü, sürü kalabalıklar ..


Çekilip gittikçe, onlar ..


Esir alanların pis, pis sırıtışları arasında …


Asılsız-astarsız soru ve hakaret bombardımanlarında ..


Dillerin lallığında ..


Sesler çoğalıyor, sesler içimde, seslerin beni yutmuşluğunda !


Sessiz çığlıklarla, haykırıyorum ..


Duyanımın olmamışlığında !


Çığlık, çığlığa hallerdeyken, bana sırt dönüp uzaklaşan kalabalığa..


Gidenlerin içinde, beni can evimden vuranlar arasında..


El-alemden çok..


En yakın bildiklerim ..


Dost görünümlü, riyakar gülüşlü, maskeli hısım-akrabalarım, sevdiklerim..


Konum-komşum..


Kavım- kardeşim, peydahlanıyor …..


Siluetlerin silinip, silinip kaybolup …


Salonlara sığmamacasına, boy, boy uzamışlığında


‘’ - Haydi gelip kurtarsınlar !


Çekip, çıkartsınlar seni, bu kör karanlıktan ..! ‘’, diyen o ses ..


Daha bir güçle, haykırıyor.


Ben, toslayıp, toslayıp dağıldıkça ….


İnsan sağırlığının, buz gibi ruhsuz duvarlarında ..!


Sevinçten çılgına ve zevk sarhoşluğuna kapılarak , daha bir haykırıyor ..


Grilikler ardında, bulutlarla gizlenen, o ses …!


‘’ - Hemcinslerindi, üstelik sevdiklerin ve yakınların dı, değimli onlar ? ‘’ , diye soruyor ..


Soluklanmadan baskın çıkma gayretiyle gürültü kirliliği çoğaltarak …


Dahası …


Beni, iyiden, iyiye susturarak ..


Sindirmiş liginin keyfiyle …


Sürdürüyor, o ses sözlerini ..!


‘’ - İnsan, insanın kurdu ..

Kalabalıklar güruhu, yalnızlıkların kaynağıdır ..! ‘’ , diyerek ..


Ve gırtlağıma yapışan o kerpeten imsi sıkılık da ki, el …


Birden bire, adeta kır çiçeğinin boynunu koparıverircesine … 


Ataklık, çeviklik ve acımasızlıkla.

Bir hamlede,


Parmaklarının arasında, kuklalar gibi …


Tiril- tiril sallanıp duran, beni.


Kavrayıp, kaldırarak havaya ..


Fırlatıyor, bilinmez boşluğun, kara kör kuyusuna ..


Düşüyor….


Düşüyor..


Düşüyorum …


Düşüyorum, karabasana dönen …….


Kabus dolu düşlerimde, kan-tere keserek..


Tıpkı,


Arnavut kaldırımlarında, kuru bir sesle tıngırdayan boş sigara paketi misali ..


Can havliyle battığım su deryası, ter yığınında..


Yorgunluktan bitap düşen, göz kapaklarım ..


Bin bir güçlükle, aralanıyor ..


İşte, o an sesin kaynağının, sinsi, sinsi sırıtışıyla doluyor göz bebeklerim ..


‘’-Anladın mı?


-Anladın mı? ‘’


Diyerek, sorularını durmaksızın, soluksuzluklarda yineleyerek …


Sürdürüyor arsız, arsız gülüşlerle ….


O, sinir bozan ses tonuyla, yüzüme tükürükler yağdırdığı konuşmasını ..


‘’-Güvendiğin dağlara, nasıl kar yağarmış anladın mı ?


Sevildiğini sanmanın düşselliğiyle, böbürlenip, keyiflenen, sen !


Anladın mı ?


Bu kalabalıkların maske ve riyadan ibaret olduğunu ….! ‘’


Diyerek, yüzüme vurarak utancımı ve yanılgımın acısını ..


Al, al olmuş yanaklarım,


Korkudan kanı çekilip, kuruyan dudaklarım ve içimin yangınıyla!


Bir başıma koyarak, süzülüp gidiyor yanımdan …..


Ardında, güvensizliğin girdabında boğulan, beni..


Benimle baş, başa koymuşluğuyla ..!


Benimle baş, başa koymuşluğuyla ..!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Ereğli / KONYA

21 / 11 / 2015

Saat ; 21_00



BİLMELİSİN Kİ ….,
Kesiştiğinde yollarımız,

Hemen her şeyden ürken, kanadı kırık …


Yüreği yaralı bir serçeydin .


Dalıp, dalıp gittiğin hüzünlü anlarında ..


Derin, derin iç çeker ..


‘’-Sen, bana evrenin armağanısın


Huzur barınağım, güven limanım, son şansım ..’’ derdin.


Sonra da, buğulu gözlerle bakar, bakar ağlardın ..


Arada bir, gelir, koklar, öper …


Sonra, …


‘’Bir gün apansız gidersem, acır mı yüreğin ? ‘’ diye sorar …


Sırtını bana döner, yine sessiz hıçkırıklara boğulur, ağlardın …


Şimdi, sen yoksun ..


Ardın sıra, pencerede ağlayan ben oldum ….


Bilmelisin ki …


Hiçbir yere sığmadın, yüreğime sığdığın kadar …!


Hiçbir yere sığmadın, yüreğime sığdığın kadar …!



Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Ereğli / KONYA

19 / 11 / 2015


Saat ; 22_03

NEREYE YAKIŞIR, İKİ ÇIPLAK ?

Korkuların ve ihanetlerin tortusuyla..
Aşktan, meşkten bihaber yaşayıp gidiyordum, şurada öylesine bir başıma...
Ne etliye, ne sütlüye karışıyor .....
Ne'de, elin üç oğlağı, beş keçisiyle ilgileniyordum..
Miskinliğin küllerine bulanmış debelenip duruyordum..
Hasılı, aşk bana ırak, ben talihe küskün .....
Dönenip duruyordum, şunun şurasında
Her şey, iyi güzeldi..
Ta' ki, sen kanıma girip,içime işleyinceye kadar..
Şimdi bende her mevsim bahar ..
Gel,tut tutabilirsen şu deli gönlü..
Gönül denen kuşum, her fırsatta sana uçar ..
Sen Amazon ruhlum, sen gönlümün Avu çiçeği ..
Kara deniz kadar hırçın...
Ak denizim kadar sıcak ...
Ege imbatı kadar içe işleyenim..
Elleri günaha ...
Ruhu ateşe yakınım ..
Hücre , hücre işgal edişinle ..
Ateş böceği olup çıktım sonunda..
Vebalim boynuna ...
Bu yaştan sonra beni azdırıp,zıvanadan çıkartan Havva ..!
Koyulursam, Ademliğe,
Soyunursam, ruhumu ellimden sonra ..
Dalarsam aşk okyanusuna
Kovulursam cennetimden..
Arasat' ta kalırsam anlayacağın ..
Ne gidecek yerim, ne yatacak mezarım olur benim ..
Teneşir bile paklamaz,bak beni sonunda ..
Gel girme kanıma..
Yalancı baharlarda çiğdem -çiçek açmalara durmayayım..
Sen, fikrimin ince gülüne daha çok kanıp, bel bağlamayayım..
Sende bir yaprak ..
Hadi, say ki .
O,
Seni namahremlikten kurtaracak ..
Bense dımdızlak ..
Bu işin sonu nere varacak ?
De bana, çağlam, çiğdemim, çitlenbiğim ..
Fındık kurdum, tırtıl'ım ...
Aşk ecem, zevzekliğimin,gerzekliğimin ..
Günahkarlığımın kaynağı Venüs'üm ..
Bu gidişle...
Bırak cümle azgın kulları ..
Gökte ay, yerde Mart kedileri bile bizi kıskanacak ..!
Bu gidişler gidiş,senin hallerin hal ..
Cömertliğin akıl alır gibi değil ...
Adımız , iyiden iyiye deliye çıkacak ..
İkimizde kalınca anadan üryan, cıscıbıldak ..!
Ateşle -barutluklar da gelince yan yana ....!
İşte o an, olanlar olacak
Bak huriler seninde canına okuyacak ..
Düşün, bu işin sonunu ?
Nereye yakışır iki çıplak ..?
Nereye yakışır iki çıplak ..?

Erdem YASSIBAŞ
Ereğli/ KONYA
21/11/2015
Saat;03_45

20 Kasım 2015 Cuma

UÇURUMUNDAYIM, BU GECEDE ….!

Tıpkı, dün olduğu gibi, uçurumundayım bu gecede ….
Sensizliğin yarlarından yuvarlanarak, bin parçaya bölünüyorum .
Her bir zerremde, özlemim, sana açlığım fışkırıyor.
Vadilerini, Kardelenler gibi …
Dağ laleleri gibi, ben kaplıyorum ..
Özleminle ve yoksunluğumun çoğalan acısıyla ..
Mora keserek açıyorum sensizliğimde, senle dolu hallerde ..
Takvim yaprakları eksildikçe, artıyor yürek sancılarım ..
Günleri, mevsimleri, yılları sayamaz oldum ..
Sapla-samanın karışıklığı gibi iç, içeyim …
Sevda büyütüyorum, çile, çile gün ve ömür tüketiyorum ..
Nasıl, ulu dağ başlarını sis kaplarsa sıkça ..!
Duman, duman gönül dağımı, sevda coğrafyamı, sen kaplıyorsun .
Bir kör dövüşün içinde bir benle, birde yalnızlığınla cebelleşmekten ..
Yorgun düşüyorum..
Dudaklarımın kanı, yüzümün rengi, gözlerimin feri yitiyor..
Galibi olmayan bu dövüşün ilelebet ve tek mağlubu ben oluyorum,
Her zaman, her nedense ?
Yollarım, sana çıkıyor ….
Talan ettiğin fikrimin ..
Tüm ince gülleri sana açıyor, sende soluyor ..
Elem meylerini sende tüketiyorum, şişe, şişe ..
Şişelere gömülmüşlüğüm ..
Şişelerin ve gecelerin ..
Sensizlikle bir olup, beni yutmuşluğunda ….
Hep sana ,
Sensizliğinde, katran karası kasvetlere saplanmaktayım
Geçen gece rüzgar, bu gece yağmur tanık halime ..
Bilmem ki, yarın kim ve ne tanık olacak böyleliğime ?
Kimselerin tutup, atmasına gerek yok..
Kol-kanat, yelken-kürek, sana …..
Sensizliğin uçurumlarına yuvarlanıyorum, bu gecede ..
Uzakta çığlık, çığlığa bir it uluması ..
Sesimi yutan, karanlık …
Yağan, yağmur …
Bardaktan boşanırcasına akarak, yağmura karışan göz yaşlarım ..
İç içe geçmişliklerde, adeta çekip götürüyor ..
Dur-durak bilmeksizin…,
Yuvarlanıyor, yuvarlanıyor ..
Zerre, zerre dağılışlarda, içerek hiçliği ..
Dert küpü, kahır yükü perişanlıklarımla ..
Gamımla, göz yaşımla, en çokta, çoğalan kör pişmanlıklarımla ..
Ardında bıraktığın ağır hasarlı insan eskiliğimle ..
Viran ruhumda, baykuşların ötmüşlüğüyle..
Özcesi sevdiceğim …
İçimde çoğalıp, beni yutan seninle, sende çoğalarak geliyorum ..
Uçurumlarına yuvarlanarak, bu gecede yine..
Beni, benden çalarak üstüme, üstüme yıkılan ,
Ve, büyüye, büyüye çığ olup, beni yutan korkularımla ..
Sensiz senliliğimde, besleyip, büyüttüğüm yalnızlığın ..
Rengarenk acıları ve yürek dağlayan sancılarıyla …
Uçurumundayım, bu gecede …!
Uçurumundayım, bu gecede …!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Ereğli / KONYA

08 / 11 / 2015
Saat; 00_01

HALA, ÜŞÜYOR MU, ELLERİN ?

Yine bir güz mevsimi …
Kasımın yarısı hazan, yarısı kış hallerinde…
Gece yarısı soğuyor hava, iyiden iyiye ..
Uykusuz yorgun gecelerimin …
Ağır kurşuni ayazları, şafak buzlarının ..
Işıltılı, yaldız, yaldız kristal güzelliğine emanet ediyor beni ….
Ben, içimin ürpertiye kesmiş hallerinde …
Artan ayazla birlikte ..
Daha çok, sendeliklere ağıyorum ..
Odaklanmışlığımla sana, aklıma ilkin …
O, hiç ısınamayan, adeta yazda bile, buz kesen ..
İnce, narin ve zarif ellerin geliyor, aklıma ..
Dudaklarıma tüneyen sözcüklerde ….
Art arda, sorular peydahlanıveriyor, apansız .
Hala, üşüyor mu, ellerin ?
Her soruşumda, ellerini ya hızla arkana gizler..
Yada, mahcup, mahcup ..
Hatta birazda yitik ve üzgün edalara bürünerek ..
O, kuğu boynu güzelliğindeki …
Alımlı mı alımlı, biçimli boynunu içine çekmelere koyulur ..
Kısa, kesik, kesik konuşmanla, yanıtını fısıltılar halinde
‘’-Yo, hayır şimdi değil ‘’ der ..
Sonra, bir solukluk duralar ..
Bu arada yüzündeki al , al renk güzelliği ve o seninle özdeş masum halinle ….
Adeta, rüzgara kapılmış yaprak gibi titreyen, kanı çekilmiş hallerdeki ellerini …..
Yarı tebessümlü, yarı endişeli hallerde, apansız bana uzatarak ..
Gözlerimce içilen, gülüş güzelliğinle ..
’’-Al, tut,bak inanmıyorsan’’ der , bakışlarını kaçırarak ..
Yüzüne daha bir alımlı eda veren, altın sarısı saçlarını savurarak, başını çevirir ..
Hep ötelere, ötelere bakar, susar ve dalar, dalar giderdin ..
Nasıl unuturum ki ..
Şu an, bugün bile yine aynı tabloda sende tutsaklıkla..
Yaşadım bir daha, bir daha ..
O, tarifsiz güzelliğinle bezenen anılarımla, seni ve hallerini …!
Zamansızlık da ve genç ömründe toprağa düşen kardelen güzelliğinle ..
Evreni süslüyor, toprağı güzelleştirip …
Aşığı olduğun doğaya, güzelliğinle, güzellik katıyorsun ..
Bugün yine sana uğradım ..
Sensizlik de boynu bükülen, solup…
Tıpkı sen gibi zamansız ve apansız ölümü içen..
Çiçek güzellikleri yiten ..
‘’-Beni en iyi anlatan, sembol'ize eden çiçekler, bunlar ..! ‘’ dediğin
Lilalı, allı-morlu, aklı-sarılı sümbüllerini değiştirdim..
Sularını tazeledim..
Saçlarını tarar, yanağını okşar gibi ..
Kabrinin toprağını sıvazladım..
Ellerini, avuç'lama isteğim depreşti ..
Nutkum tutuldu ve yine her zamanki gibi..
Göz yaşı sağanaklarına tutularak..
Öyle orada, naçar'lığın ve yokluğunun çarmıhında ..
Defalarca ölüp, ölüp dirildim ..
Şimdi, sen dolu odamda, buğulu camdan dışarıya,
Mezarlığı süsleyen ulu çınarlara ,
Sarıya ve solmalara kesen, kavak ağaçlarına…
Göğü öpercesine semaya salınan, çamlara ..
Hele ki de, o heybetli haliyle, ihtişam saçan Ihlamur ağacına bakarak …
Sensiz senlilikde, sana ağar'ak, seni yaşatıp, sende yaşıyorum ..
Anı, anı güzellikler, sevgi ..
Ve, tutam, tutam hüzünler çoğaltarak ..
Kasım soğuğu içe işledikçe ..
Toprağın sarmaladığı seni ve o, hep üşüyen ellerini düşünmekten kendimi alamıyorum ..
İşte o zaman …
Fırtınalara kesen ruhum ve göz yaşı sağanağın da ..
O malum sorum yayılıyor ….,
Ses, ses, soluk, soluk, sevgi, sevgi odaya ..
Hala, üşüyor mu, ellerin ?
Hala, üşüyor mu, ellerin ?

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ/İSYANİ
Ereğli / KONYA
12/12/2015
Saat;21_43


SANKİ, RENKLİ BİR FOTO ROMANDI, AŞKIMIZ …!
Sanki, renkli bir foto romandı, aşkımız …. Ben, züğürt, biçare , divane … Sen, Hanım ağa edalarında, ece ! Olursuzdu, olursuz olmaya … Üstelik ; Baştan belliydi de, bu aşkın sonu . Ama …, Gönül ya, bunun adı .. Ota’ da, konar … Çöpe’ de … Boka’ da , misali . Arabesk’e …. Alçalmanın bataklığına .. Ve …, Sarhoş masalarına, mezeliğe düşürmeden …. Hele ki de, dillere düşmeden iyiden iyiye …! Değil, ayyuka … Çıfıt’ı çıkmadan … Dahası, adımız dokuza çıkmadan, bitti şükür ki sonunda ..! Hancı, hanına… Yolcu yoluna .. Evli, evine, köylü, köyüne ….. Hatta, Tak sepeti, koluna.. Herkes, kendi yoluna, tekerlemelerinin … Malum hallerde ki, dillere pelesenk olmuşluğuna bulanmadan … Bitti ya… Derin mi derin, bir of çektirdi, bana da..! .. Bittiğinde de, ucunda ölüm olmadığını da gördük ya sonunda ….. Şükür mü, şükür, hani’ya ! Dememişmiydim sana, ta en başında …! Dediğim gibi, eni-konu … Sanki … Sanki, renkli bir foto romandı aşkımız, hani’ ya …! Sanki, renkli bir foto romandı aşkımız, hani’ ya …! Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ Ereğli / KONYA 20 / 11 / 2015 Saat ; 22_24

YUTAR, İNSANI .....!
Yutar insanı, gam karası ..
Gece karanlığı ..
Korku karaltısı ..
Yutar insanı, ruh azabı ...
Gönül yarası ...
Yürek sızısı ...
Yutar...
İn...
....sanı ..
Kendi içsel yalnızlıkları
Ve, tarifsiz korkular ...
Yutar...
Yu....
.......tar ...
Yutar insanı , karanlıklar ... !
Yutar insanı , karanlıklar ... !

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ/İSYANİ
Ereğli / KONYA
20 / 11 / 2015
Saat; 21_49


OLSA BÖYLE BİR OLANAK ....  BİZDE, MUTLU MESUTLARIN MENKIBESİNİ YAZSAK ..... Olsa böylesi bir olanak ile  şansımız, ortamımız ve gönüllerimi...