21 Eylül 2016 Çarşamba


TANIKTIR ....
Çoklukla mayasında, doğasında vardır insanoğlunun .... İnsandan, insana utançlı miraslığıyla ... Yalan-dolan, inkar ve nankörlük .. Lakin, gizleyemez bunu asla, ilelebet .. Tıpkı, güneşin balçıkla sıvanamamışlığı gibi... Işıldayarak sırıtır durur ... Öylece ortada ..., Gerçek denen olgu, tüm üryanlığıyla .. Gören, duyumsayan,sorgulayan ve hasılı düşünen,bilence .. Farkındalık erdemine eriştiğini, fark edenlerce.. Kıskançlık ve haset ..... Dünyaya ilk ayak basıp .... Gölgesi düşen ... Dahası ... Kendi gölgesiyle kavgaya duran ... İnsan denen, hilkat garibesi ucubeden kalma .... Kirli mi, kirli .. Kanlı mı kanlı utanç verici mirastır ...! Ondandır ki, çekememişliğine ve bencilliğine yenilmişliğiyle .. Hep didişmiş ve aşağıya çekmeye koyulmuştur insan, birbirini ..! Zamana ve tarihe utanç ve yüz karası değilmidir ? İktidar, güç ve taht uğruna babanın oğlunu .. Kardeşin, kardeşi .. Ananın, evladını katli .. İnsandır kirleten, karartan ve utanca boğan ...! Evreni, zamanı ve hayatı .. Bakın ki hayatın cilvesine, çelişkinin çarpıcılığına .. Ağartmaya aday da insandır yine ..! Düzeltmeye koyulanın da, kendisi olduğu gibi ...! Tanıktır buna evren, zaman, hayat ve olaylar .. Bunun sayısız örnekleriyle doludur çağlar .. Bununla karartılıp, katledilmiştir .. Ve, ne yaman, önlenemez çelişkidir ki ... Böyleliğin de var edilmiştir, ömürler ve hayat ! Ömürler ve hayat ! Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ /İSYANİ Friedrichshafen/Almanya
21/09/2016
Saat;10_49

20 Eylül 2016 Salı


ALGISAL DÖNGÜLER.....

Yalnız bir bulut misali dolaşmaktayım ...
Evrenin bağrında, hayatın ve zamanın kucağında .
Tıpkı heybetli, huşu odağı doruklarda uçuşup, dolaşan kuşlar gibi ...
Kimsesiz, bağımsız, özgür mü özgür ....
İpi kopmuş uçurtmalar ve balonlar misali ...
Sonunu düşünmeden çıkılan yolculuğun cazibesini ...
İliklerine dek doya, doya yaşamacasına
Dahası ...,
Muhtaçlıklardan, vesveselerden, korkulardan ve aczden azadelikle.
Aradığım benin, kendini bulmam için beni arsızca kışkırtmış'lığın da .
Böylesi düşsel yolculuk olanağını şu ana dek bulamamış'lığın açlığı .
İyiden iyiye cazip kılıyor bu serüveni ....
Üstelik ...
Bendeki benin, şu ana dek .......
Asla bulunamamış lığının doyumsuz tahrik kârlığı ....
Keşfe muhtaç ruhumu iyiden iyiye ateşlerken ..!
Engin maviliklerin, sonsuzluğunun ...
Rengarenk ve albenili mi, albenili nergis güzelliklerinin yoldaşlığında
Raksla tavaf edip ....
Dem ve meyle mest olan gönlümün esrikliğinde..
Geçerek kendimden, vecdle kanat çırpmaktayım,
Güneşi öpüp ..
Onda...
Aşk ateşinde, meşkle yanıp yok olmaya ...
Yüreğimin, ruhumun sarsılmaz inancı ...
Ve,
Ereceğime inandığım saadete çoğalan özlemimle ...
Anın tarifsiz güzelliğiyle, sura, nura ve sırra erişmiş ligimle..
Kendimden geçişime ...
Şeksiz, şüphesiz, içsellikle yalınlık ve durulukla ...
Olsa, olsa arzın bu haşmetli atlası, güzelliği ...
Yaşananlara mekanlığıyla tanık olur ..
En müstesna ve su götürmez, göz alıcılığı, yüceliğiyle ....
Bir yanım ....
Saflık, duruluk ..
Bir yanım ....
Etten-kemikten ve kandan ibaret ...
İnsan olmanın çetrefilliği ve anlaşılmazlığıyla ...
İçim, içime sığmamacasına tahriklerde ....
Zamanın bahrinde en acımasız hallerde..
Beni, bana kışkırtan ..
Koşut , hatta rakip eden nefsimin ....
Dur-durak bilmezliğe soyunarak ...
Benliğimdeki arı kovanına çomak sokmalara duruşuyla ....
Kendi beynimin, aklımın o karanlık arka sokaklarının ...
Çürümeye tutsak, ölümlülüğe yenikliğiyle ...
Kaosların göbeği ve cehennemin dibi olup-çıkmışlığıyla !
Eskimeye yüz tutmuş, dantelamsı kıvrımlarında çoğalttığım ...
Tarifsiz sancıların girdabında tutulduğum ..
Ruhsal fırtınalar ve azgın gelgitlerle ...
İrademin çeperlerinin bir, bir yıkılıp yok olmuşluğunda ...
Başımın dönüp, gözlerimin kararıp ..
Yüreğimin, o görünmez pençelerde lime, lime olup ..
Daralıp, dağılıp, soluksuz kalmışlığında ....
Kimlikleri ayan-beyan olsada ..
Üryanlık ta dahi, kimliksizliklere bürünen ...
Karanlık, kaos ve korku bumerangların da delik-deşik olarak...
Bedensiz ve şekilleri muammalı casusları, cirit attırmışlığımla ..
At koşturup, seferler düzenleyip ..
Adı ve tarifi olmayan korkunun ve karanlığın ...
Meçhul kurşun askerlerini, seferber ederek ...
Kendi acımasızlığımda, ruhumu, havsalamı esir almacasına ...
Kuşatmalara koyuluyor..
Amansız ve acımasız akınlarla kendimi fethederek,
Kudret iliğimde, zaaflı lığımı esir alıyorum ..
O günlerin kaotik boz-bulanıklığında boğularak ....
Yeniyorum ben, beni ..
Ve, ben bana esir düşüyorum ....
Ta 'ki, bedbahtlığa prangalı lığın  paslı zincirlerini kırıp..
Ben, beni azat edinceye dek, sürekli karanlıkta yitişlerimin ..
Yerini, sükûnla coğrafyalara ve dingin iklimlere terk etmesiyle başlayan ...
Ve, bu hengamenden sıyrılarak ...
Kendimi keşfimden çok sonra ....
Yeniden sükuna erince benliğim ve ruhum ..
Azgın korku kasırgalarından Azad olmuşluğun huzuruyla ...
Kara aklımın kuşatmasından kurtulmanın, iklimini soluyarak ..
Yaşamaya koyulduğum, erinç ve sevinçle ...
El değmemiş, tarumar olmamış ....
Korkunun talanlarından ve hasarlarından uzak coğrafyalarına erişerek ...
Derinliğim de yiten beni, keşfedip ..
İçimde yaşayan ....
O, saf, masum ve mazlum çocuğu bulunca anlıyorum ki.
Benim yenemediğim, kara ve karanlık yönümün ..
Bendeki duruluğu yutmasına izin vermeyen yanımın ..
Sevgi, hoş görü, şefkat ...
Hatta,
Bağışlamayla bina olduğunu keşfetmenin tarifsiz derin iç huzuruyla ..
Boşuna kaygılanmış lığımı fark edişin tebessümünde ...
Kendi aptallığımın,
Önlenemez sanmakla hata ettiğim, bencilliğimin ...
Beni ne hallere koyduğunu görmüşlüğün hazzını içiyorum ...
Zamanın, zamanı içmişliğinde ...
Zamanın ve hayatın bağrında ...
Fark edebilmenin ve fark yaratmanın ..
Keşifle ve sorgulamayla başladığını idrakin ışığıyla aydınlandıkça, ufkum ...
Daha bir palazlanan, içimdeki o masum çocukla ...
El, ele yükseldikçe yükseliyorum arşa, şimdilerde iyiden iyiye ..
Tıpkı, Zümrüd-ü Anka edasıyla ..
Öperek görkemli gök kubbenin bulutlarını, mavi atlasını ...
Selamlıyorum aşkla ve vecdle, güneşi ..
Onda yanmanın ve yokta çoğalışın hazzıyla .
Çünkü,
Bencilliğime yenilmemenin o, zor yolunu bularak ...,
Algısal döngülere yelken açmalara koyularak ...
İnsan olmanın erdemini keşfetmenin huzuruyla .
Çıktığım, bu arınma serüvenine kanat çırparak ....
Korkularımı yenmeye kararlılık ve inançla ...
Pervasız ve cesurca uçmalara duruşun, tarifsiz kıvancıyla.
Uçuyorum .....,
Uçtukça, korkularımın yerle-yeksan oluşunu görmenin hazzıyla ...
Gök kubbenin maviliklerine belenmişliğin coşkusuyla !
Algısal döngülerin güzelliğini çoğaltmanın ...
Baş döndüren, göz kamaştıran albenisiyle ...!
Baş döndüren, göz kamaştıran albenisiyle ...!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ/İSYANİ

Friedrichshafen /Almanya

20/09/2016

Saat: 05_10

9 Eylül 2016 Cuma


YUTTU ÖLÜM ...!
Suyla geldi ömrümün sonu ... Işıl, ışıl su yumuşaklığında yuttu derinliğinde ... Yuttu ölüm, su içinde ... Düşlerimi, umutlarımı, tutkularımı .. İhtiraslarım boğuldu suda, bedenimle .. Bir daha gün yüzü görmemecesine ... Heyecanlarımı, sevinçlerimi .. Aşka dair düşüncelerimi .. Aşkımın odağındaki Bende ki, seni'de .... Yuttu ölüm sessizce, su derinliğinde ve serinliğinde .... Işıltılar eşliğinde .. Ölüm sardı-sarmaladı bedenimi .. Aldı bedenliğimde, ölülüğümde ... Ölümün apansız çıkagelmişliğinde .. Buse, buse selamlayarak suları Ömrümdeki, ömrünle yelken açtık, yelken... Sessizce,süzülerek .... Yutarak suları naçarlıklarda, ölüme teslimiyetlerde ... Su derinliğinde ve serinliğinde, yutulduk ölüme .. Şimdi, ilelebet birbirimizdeliğimizle .. Göç ettik .. Hiç mi hiç bilmemecesine ve dönmemecesine .. Ölümün o, tarifsiz, meçhul ülkesine ... Ömrümdeki,ömrünle .... Yuttu ölüm, tutkuyla vurulduğum, bendeki seni'de ....! Bendeki, seni'de ..! Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen /Almanya

09/09/2016


RİYA İLE ERDEMİN ARASINA ...!
Beklentiler gibi değişkendir temenniler, dilekler ve dualar .....
Hatta,
Beklentilere, duygulara ve hallere göre değişir, dualar ve dilekler ..
Çoğu kez, sıkışmayınca başı ..
Kalmayınca darda ,gada da, bela da ...
Yaradan adı, gelmez aklına kulun ..
İşi işken, haller ve keyifler yerindeyken hep ..
''-Çekil aradan, ey yaradan. '', halleri söz konusu olur ..
Ne zaman ki, başı düşünce dara, kuyruğu sıkışınca rayla, kapıya ..
Geçerek kendinden, en canhıraş haykırışlarla tanrı çağrılır nedense ?
Riyakarlıkla yardıma..
Açılır eller, bülbül kesilir, şakır diller..
Geceden, sabaha eğilir kullar secdeye ..
Ah birazda dürüst olabilsek, kendimize, hayata ve hatta..
O inandığımızı dillendirdiğimiz, yüceler yücesi ..
Nefsimizin cücesi, yaradana, tanrıya ..
Sıkışmaz ne başımız, ne de hayatımız...
İki yüzlülükle, sahtekarlıklarda ....
Riya ile, erdemin arasına ...!
Riya ile, erdemin arasına ...!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen /Almanya

09/09/2016

Saat:19_32

7 Eylül 2016 Çarşamba


SEN OLACAKSIN

Sensiz güz ortasında bir ağaç gibiyim,
Uçsuz  bucaksız bir yerde, tek başına ,yalnız ,
Yapraklarımdaki acımasız karların erimesini bekliyorum.
...
Biliyorum ki bir gün güneşim doğacak,
Umut yüklenmiş masmavi bulutların ortasından,

Biliyorum ki o güneş sımsıcak ışınları ile eritecek,

Damla, damla
Karla kaplı vücudumu,
Yapraksız gövdemde üşümeyecek artık,
Fırtınalar bitecek, ne dallarım kırılacak ,
Nede filizler im donacak,

Benim de beklediğim baharım gelecek

Yeryüzünün en güzel meyvesini verecek dallarım
Biliyorum ki bu bahar hiç bitmeyecek

Güneşim sen....
Suyum sen........
Toprağım sen.......
Rüzgarında aldığım bir duyum nefeste
Sen Olacaksın..

Mualla YASSIBAŞ Almanya 18.10.2003

26 Ağustos 2016 Cuma

DÜŞLERİME KAN DÜŞTÜ ANNE!..
Doğmaları ben istememişliğim de..
Bana sorulmamış lığın da.
Hele ki,
Yaşadığım bu kanlı toprakların..
Vatanım olmasını da ben seçmemişliğimle..
Görmeden büyümüşlüğüm de..
Barışın, çocuk olmanın..
Bir uçurtmanın, peşi sıra koşmaların..
Çığlık çığlığa atılan, kahkahaların..
Çocuk güzelliğindeki yürek aklığını, sevincini..
İç ısıtan bir bahar akşamında..
Yıldızlara baka baka..
Barışın, kardeşliğin, sevginin güvenli kollarında..
Hele ki de senin koynunda..
Kokunu, huzurla içime çeke çeke, uyumaların hazzını..
Dahası,
Kimlikleri ayan, beyan..
O, kimliksiz kara güçlerce ve onların eli kanlı maşası..
Siz, hunhar ve gaddar büyüklerimizce..
Dayatılan kan, gözyaşı, zulüm ve ölümlerde..
Çalınalı çocuk ömrümden, güzellikler, sevgi ve erinçler...
Gündüzleri silah sesleri,
Apansız'lığın da, can almaca'sına..
Bomba bomba, kurşun kurşun gelen ölümler..
Ve, ölüm çığlıklarının kulak tırmalayıcılığıyla..
İnsan gözyaşlarının, hiç dinmeden akışları..
Kısacası, anne ...
Talan ve tarumar edileli çocuk ömrüm..
Katliamlarda karartı'lalı günlerim,
geleceğim...
Acılara belen di belen'eli ..
Kendimi bildim bileli, çocuk ömrümde çoğalan..
Gece, gündüz demeden..
Zamanlara ve günlere sığmayan,
ölüm..
Geceleriyse..
Karaltı karaltı, kabus kabus çoğalan korkular...
Düşlük'ten çıkıp..
Karabasan Amazonluğunda..
Gecemi, uykularımı, düşlerimi yutmalara koyulan...
Üstüme üstüme abanan...
Ömrümü yutan bitimsiz hezeyanlar.
Bu gece ve yine bir daha..
Kan ve ölüm kokan düşlerle ..
Karabasanlarla bölündü ..
O huzurlu çocuk uykularına hasret kaldığım gecem, anne...!
Siz büyükler hep demez misiniz ki..
Savaştan fırsat ve zaman bula bildiğinizce..
Kana ve ölüme belenmiş..
Sarı sıtma sıska'lığından musdarip sohbetlerinizde..
''Kan görmek düşü bozar..'' diye..
Gecem ve düşlerim hep kana beleniyor, anne...
Hep kana beleniyor, anne...
Düşlerime kan düştü, kan...
Hadi, şimdi de bana anne..
Düşlerimde.... 
Ruhum, yüreğim, gecelerim ve alnımın, ömrümün yazısı gibi..
Bozuk mu bozuk mu, anne?
Ömrümü, gülüşümü ,düşlerimi, bozan, çalan, talan eden ...
Ölümü kanıksayıp...
Yaşam biçimi kılıp,
Çakallar, sırtlanlar ve leş kargaları olup...
Ölümlerden beslenip, nemalanan..
Kan döküp, can aldıkça semirilen..
Ve, daha çok , daha çok...
Kan ve ölüm isteyen...
Kanmak-doymak..
Dur-durak nedir bilmeyen..
Siz büyükler..
Ölü seviciler değil misiniz, anne..?
Ölü seviciler değil misiniz ,anne..?
Yine ve bir daha, bu gecede...
Düşlerime kan düştü, kan...
Düşlerime kan düştü, anneeeee!!!
Kan, anne..!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Altınoluk/Edremit
22/09/2013
Saat;12_53

DÜŞLERİME KAN DÜŞTÜ ANNE!..

Doğmaları ben istememişliğimde..

Bana sorulmamışlığında.

Hele ki,

Yaşadığım bu kanlı toprakların..

Vatanım olmasını da ben seçmemişliğimle..

Görmeden büyümüşlüğümde..

Barışın, çocuk olmanın..

Bir uçurtmanın, peşi sıra koşmaların..

Çığlık çığlığa atılan, kahkahaların..

Çocuk güzelliğindeki yürek aklığını, sevincini..

İç ısıtan bir bahar akşamında..

Yıldızlara baka baka..

Barışın, kardeşliğin, sevginin güvenli kollarında..

Hele ki de senin koynunda..

Kokunu, huzurla içime çeke çeke, uyumaların hazzını..

Dahası,

Kimlikleri ayan, beyan..

O, kimliksiz kara güçlerce ve onların eli kanlı maşası..

Siz, hunhar ve gaddar büyüklerimizce..

Dayatılan kan, gözyaşı, zulüm ve ölümlerde..

Çalınalı çocuk ömrümden, güzellikler, sevgi ve erinçler...

Gündüzleri silah sesleri,

Apansızlığın da, can almacasına..

Bomba bomba, kurşun kurşun gelen ölümler..

Ve, ölüm çığlıklarının kulak tırmalayıcılığıyla..

İnsan gözyaşlarının, hiç dinmeden akışları..

Kısacası, anne ...

Talan ve tarumar edileli çocuk ömrüm..

Katliamlarda karartılalı günlerim,

geleceğim...

Acılara belendim beleneli ..

Kendimi bildim bileli, çocuk ömrümde çoğalan..

Gece, gündüz demeden..

Zamanlara ve günlere sığmayan,

ölüm..

Geceleriyse..

Karaltı karaltı, kabus kabus çoğalan korkular...

Düşlükten çıkıp..

Karabasan amazonluğunda..

Gecemi, uykularımı, düşlerimi yutmalara koyulan...

Üstüme üstüme abanan...

Ömrümü yutan bitimsiz hezeyanlar.

Bu gece ve yine bir daha..

Kan ve ölüm kokan düşlerle ..

Karabasanlarla bölündü ..

O huzurlu çocuk uykularına hasret kaldığım gecem, anne...!

Siz büyükler hep demez misiniz ki..

Savaştan fırsat ve zaman bulabildiğinizce..

Kana ve ölüme belenmiş..

Sarı sıtma sıska'lığından muzdarib sohbetlerinizde..

''Kan görmek düşü bozar..'' diye..

Gecem ve düşlerim hep kana beleniyor, anne...

Hep kana beleniyor, anne...

Düşlerime kan düştü, kan...

Hadi, şimdi de bana anne..

Düşlerimde.... Ruhum, yüreğim, gecelerim ve alnımın, ömrümün yazısı gibi..

Bozuk mu bozuk mu, anne?

Ömrümü, gülüşümü ,düşlerimi, bozan, çalan, talan eden ...

Ölümü kanıksayıp...

Yaşam biçimi kılıp,

Çakallar, sırtlanlar ve leş kargaları olup...

Ölümlerden beslenip, nemalanan..

Kan döküp, can aldıkça semirilen..

Ve, daha çok , daha çok...

Kan ve ölüm isteyen...

Kanmak-doymak..

Dur-durak nedir bilmeyen..

Siz büyükler..

Ölü seviciler değil misiniz, anne..?

Ölü seviciler değil misiniz ,anne..?

Yine ve bir daha, bu gecede...

Düşlerime kan düştü, kan...

Düşlerime kan düştü, anneeeee!!!

Kan, anne..!



Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Altınoluk/Edremit

22/09/2013

Saat;12_53

9 Ağustos 2016 Salı


KALA, KALA …!

Hayat denen bu hengame de ,
Engebelerle ve tuzaklarla dolu bu yolda ..
Yollarımız sevda, adına keşişeli beri, seninle ..
Yürüdüğümüzü sanıp, ömür ve zaman heba ettiğimiz ..
Dikenli aşk yollarında ...
Oldum olası, bana hep hüsran …..
Elem ve umutlarımı yutan, toz-toprak ..
Gözün, gözü görmediği fırtınalarda ki savrulmalar da ..
Yanlış adreslerde, hicranlı olta atışlar ..
Gece yarısı, yarı karanlık köşe başında savrulan, isyan çığlıkları ..
Ezinç, ezinç taşıp, geceyi kaplayan naraların sindiği, taş-beton soğukluğu ..!
Kırık-dökük duvarlara kusulan, göz yaşı-sümük düğünü sızlanışların .
Sinkaflı sitemleri, sarhoş ağızlardan yayılıp, kaldırımlara yapışan ..
Anason kokularının, kesif sidik kokularına belenen hoşnutsuzluğu ..
Elleri cebinde, hali perişan ve sümsüğü düşük bir adam eskisinin tükenişi ..
Acemaşiran şarkılara karışan, hıçkırık sesleri ..!
Ve,tövbeler bozup,
‘’- Gelmem ..! ‘’, diye yeminler edip,
Kanadı açılmamış, gün yüzü görmemiş küfürler savurarak arşınladığım ..
Köhne yolları, çilede arşınlamak ..
Ve, aşık usandıran fazla nazlar dan bezgin, mecali tükenmiş...
Bir aşık eskisi, sünepeliklerin gezintisinden arda kalan ..
Yalpalamalar ve düşüp, kalkmalar la dolu ..
Avare sarhoş yürüyüşlerinin, dinmeyen ayak sızıları ..
Bitimsiz hicranları ve kapanmaz yaraları depreşen ..
Biçare bir yüreğin ….
Yorgun-argın atışlarıyla, geceye ağan avuntu kırıklıkları kaldı ..
Önü-sonu belli olmayan bu ucube aşk serüveninden kala, kala ..
Elde avuçta, el- alem maskarası, aşık müsveddesi, bir insan eskisi kaldı …!
Elde avuçta, el alem maskarası, aşık müsveddesi bir insan eskisi kaldı ..!



Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Altınoluk/Edremit
10/08/2015
Saat;00_20

8 Ağustos 2016 Pazartesi


ÖLÜM DENEN TARLANIN BAĞRINDA !

Ne fitnelikler, fesatlıklar ..

Ne dolambaçlı hesaplar ..

Ne kafanda dolaşan tilkiler ..

Ne'de, birbirine değmeyen kuyrukları ...

Hepsi biter, ölümün çanı senin için çaldığında ..

O'da nasipse, elbette ...

Derin karanlıklara esirliğinle

Üstünü, topraktan yorgan kaplar ..

Yağmur yağar .....

Kar, sarar sarmalar ..

Nice gün aydınlıklarını, nice gece karanlıklarını ..

Zamanları, mevsimleri, suskunlukları ....

Karın,yağmurun suyunu emer ...

Islanır farkındasızlıklarda ...

Kemiklerden ibaret kala kalmış, bedenin ...

Islanır toprak,canlanıp uyanır ...

Bir başınalığında , dal budak çiçeklere durursun ....!

Çiçek açarsın, çiçek, ölüm denen tarlanın bağrında ....!

Ölüm denen tarlanın bağrında !


Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen/ Almanya

08/08/2016

Saat:14_15

OLSA BÖYLE BİR OLANAK ....  BİZDE, MUTLU MESUTLARIN MENKIBESİNİ YAZSAK ..... Olsa böylesi bir olanak ile  şansımız, ortamımız ve gönüllerimi...