17 Kasım 2015 Salı


ELDE, AVUÇTA HEP HAZAN VE HÜZÜN KALIYORSA …!
Eşeğini yine, yeniden ve bir daha sağlam kazığa bağladığından eminlik le ….
Koyulduğun işlerden, düş kırıklığı çoğaltıyor san ..
Sen gülmelere özlemin, hayatı olduğu gibi sevmişliğinle, börtü-böceği, dalı-çiçeği ..
Pembenin tonlarında görerek, tebessümle selamlıyor san ..
Karadaki, akı bulmalar adına, çırpınıp duruyor ..
Hayata, at gözlüklerinin ardından değil ..
Sevgiyle bina ettiğin gönlünün gözüyle bakıyorsan …
Düşüncene karamsarlık, duygularına kötümserlik ..
Arzularına ertelemeler kondurmayarak ..
Hayatı ıskalamamak adına diş-tırnak mücadele ediyorsan ..
Ve, buna rağmen hala ve inadına bir şeyler ters gidiyor ..
Uçurtman ipi sıklıkla ve umulmadık zamanlarda, üstelikte inatla kopuyorsa …..
Yüreğinin takati, dizlerin mecali, gözlerinin feri, ruhunun ışığı sıkça
Kesili veriyorsa.
Yazdığın yazılar,suya, duyguların yele, düşlerin sele …
Arzuların teleflik çarmıhları na kapılıyorsa …
Yüreğinin bir yerlerinden, derin ve duru sesler yerine ..
Akortsuz keman gıcırtılarını andıran, düzeni bozuk sesler geliyorsa..
Hasılı, sen kaçtıkça, Karataylar kovalıyorsa ardın sıra hala ve inatla …
Ayağın taşa, gözün yaşa, gülüşlerin hıçkırıklara takılarak ..
Solgun renk demetlerin de …
Hazanla, hüzün yapakları birikiyorsa eteklerinde …
Asla ama asla, didişme kendinle …
Suçlama kazanlarında kaynatma, katran karasında kendini….
Zulmetme yüreğine, bırak oluruna işleri ..
Unutma, hayat denen zaman ırmağının çağıldamışlığında..
Su akar, yatağını bulur.
Yeter ki, vicdanınla baş başalığında …..
Vicdan salıncağının gel-gitlerinde sallanırken …
Sızlamasın ruhun, azaplar da dağlanmasın gönlün, yüreğin …
Hayat denilen usta, öğretir sana en girift hünerlerini, maharet ve sabırla ..
An gelip, öfke ve gazeplenme kasırgalarıyla, esip- gürlese de..
İşin olacağına vardığını öğretir, sana.
Nasıl sular, zaman içinde ve sabırla yüce kayaları delik-deşik ediyorsa..
Sende sabırla, sağ duyuyla ve sorgulayarak hayatı ve olayları ..
Direnerek zorbalığa, elem kirmanında mutluluk eğirmeye..
Hüzün ateşlerinde sevinçler kaynatma devam ettikçe, bilediğin inançla ……
Delersin kayayı, aşarsın korku dağlarını ..
Kayya kuyularında ömür tüketmelerde, helak olmazsın ..
Unutma, yalancı baharlarda dona kalsa da ağaçlar ..
Yinede ve inadına çiğdem –çiçeğe durmuşlukla kafa tutuyorsa hayata ..
İlham alıp, ders çıkarmayı becerip, sevgiyi, hoş görüyü ve umudu rehber ..
Düş güzelliğini azık, yaşama sevincini sönmeyen ışığın kılıyorsan .
De gitsin, hayat bildiğini yapmalarını sürdüre koyarken…
Sen, inançlarının gereğini, doğrularını yap …
Unutma, sen doğru ve onurla dik dur..
Mücadeleni, inancını ve kararlılığını yitirme,..
Hayatı sorgulama cevherini karartma ..
Görüp, tanık olacaksın ki ….
Eninde, sonunda,
Eğri, zalim ve zorba belasını bulacak ..
Hayatın ceberutluğu na göğüs gerecek ve yeneceksin …
Onun külhan beyi dayatmalarını …
Gönül otağına ne karamsarlık, nede teslimiyet bayağı asma..
Eni-konu çıkarsa işler çığırından ..
Elde-avuçta, hep hazan ve hüzün kalıyorsa ..
Zorbaya ve zorbalığa asla ama asla pabuç bırakma !
Dur, soluklan, yasla sırtını bir duvara..
Yak, bir cigara..
Çevir başını, dik gözlerini güneşe ….
Hayatı ve kendini sorgulamaktan asla geri durma ..
Ardından dinle derinden, derine yüreğini ..
Duy aklınla, sağduyun rehberin olmuşluğun da .
Ve, deki kendi, kendine ..
Gün doğmadan neler doğar, karanlığın sonunda şafak parlar …!
Gün doğmadan neler doğar, karanlığın sonunda şafak parlar …!
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Ereğli / KONYA
17 / 11 / 2015
Saat ; 12_30

Değerli can dostumuz Ümit EMEL'e o herzaman ki ona has vefa ve kadirşinaslığıyla ruhunun harikulade yansımasının ifadesi olan bu eseri yaratarak bizlere armağan ederek ,Ereğlimizin ''Yurdanur Halasını'' bu eseri ile ölümsüzleştirdiği için huzurlarınızda gönülden şükranlarımı sunuyorum..
Ruhun şad olsun Yurdanur Hala.


RUHUNUN DERİNLİKLERİNDE
Su üstündeki yazı misali …!

Düşlerinde ben ...

Varda, yokluğum ..

Yokta, çokluğum ..

Bir var, bir yokmuşluğumla … 

Ve, karışmışlığımla anılarına, düşlerine ..

Takılıp kalırım ben, zamanın, hafızanın ve anılarının ..

Dahası, yüreğinin bir yerlerinde . 

Ama, en çokta …., 

Ruhunun derinliklerinde ....!

Ruhunun derinliklerinde ....!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Ereğli / KONYA 

17/11/2015 

Saat; 00_50


SARMIŞ ÖMRÜMÜ,RUHUMU,BEDENİMİ ,
ALBENİLİ, RENGARENK ÇİÇEKLER MİSALİ...
YILLAR VE ANILAR...
BİR RENK HARMONİSİNİN MELANKOLİSİNDE,
SÜRÜLÜP SAVRULMACASINA..
MUALLA YASSIBAŞ
02,12,2014
ALTINOLUK


GEL DOKUN ...,

Gel dokun...
Dokun ki hissedeyim, o dost yürek sıcaklığını ..
O zaman, kan ağlayan yüreğimin yarası, kabuk bağlar ..
Ellerin şifa..
Ellerin derdime derman ..
Ellerin sevgi sıcağı olur..
Isıtır, şu üşüyen biçare yüreğimi .....
Gel, dokun .
Dokun ki,ısınsın ruhum.
Gel dokun...
Dokun ki, gülleri açsın tarumar gönül bağımın ..!
Dokun ki, gülleri açsın tarumar gönül bağımın ..!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Ereğli / KONYA
17 / 11 / 2015
Saat;01_30

16 Kasım 2015 Pazartesi



ISLAKTIR HAYATTA....

GÖZLERİM GİBİ....,

Doğumla başlamışdır hayatın öyküsü...

Tıpkı bir bebeğin dünyaya gözlerini ilk açışı gibidir..

Hayatın ve evrenin öyküsü gizemli,bilinmezliğinde çekici..

Dahası,canlı ömrünü bağrında barındırmışlığında..

Yorgun mu yorgun..

Üstelik,eskiliğinde destansımı destansıdırda..

Dillere dolanmıştır çağların eskiliğince efsanesi..

Anlatıla anlatıla nasıl ulaşmışsa günümüze..

Varoldukca yaşayanı, anlatanı ve dinleyeni..

Sürüp gidecekdirde onun efsanesi, nesiller boyu..

Bir eski pehlivan tefrikası misali..

Sungu'dur bu,istemeden ömürlere sunulan...

Kah yürek yakan, kah gıpta ettiren ömür ve tarih öykülerinde yazılmıştır şifreleri..

Çözmeye kalkanı,yorar mı yorar..



Üstelik, onu çözmelere ömürlerin yetmemişliğinde...

Kalır miraslığıyla onun hikayesi,zaman içinde tükenen ömürlere..!

Bakiliğiyle, faniliği barındırmışlığında bünyesinde...

Çoğu kez sararmış bir fotoğraf eskisinde..

Bir masalda yada gizemli bir söylence de deşilir bağrı anı anı dillenmelerde..!

Dağ-taş,ağaçlar,çiçek,börtü-böcek...

Havanın yağmur yüklü ağır kurşuni bulutluluğun da göğü...

Irmağının,okyanusunun,göze göze pınarlarının,sarı-sıcak alevli volkanlarının dile gelip..

Kusmuşluğunda kendini sığmayan öfkesi, sükunda ki gözyaşlarıyla..



Velhasıl, insanının ömründeki ıslaklığın ona sinmişliğinde....

Islaktır hayatta, tıpkı gözlerim gibi..

Sanır'mısınız kayalar ağlamaz, bağrına vuran yağmurun,karın-boranın,kızgın günün içine işlemişliğinde.

O kusar, kah sessiz sessiz, kah çığlığında sel-su olup ıslağını ortalığa..

Bağrından suların fışkırmışlığında..

Atıyla, yunusuyla, ceylanıyla, kurdu-kuşuyla ağlar cümle canlılar..

Farkında olamamışlığımızda, insan olarak çokça zaman..
Onların acısına, yürek sızısına ve hayvansı'lığında ona sinen duygusallığın da..!

Günlük hayatın ala-turasında bir an ıskalamışlığımızda..

Hayatın ne kadarda ıslanmış'lığını..

Akıtır hayat selini-suyunu, öfkesini, aşkını ıslak ıslak..



İnsan,sözcüklerin yazının gücünü,gizemini keşfedeli beri yazılmıştır onun ömür öyküsü..

Kimisi der, buna alın yazısı..

Kimiside hayat ve kader çizgisi..

Doğarken ağlar insan,çokça...

Büyürken, ıslanan gözlerinde tanışır gözyaşıyla , ömürler..

Acıda dökülür,elemde iner sicim gibi..

Mutluluk' da da ıslatır o yanakları, kah ışıl ışıl, kah pırıl pırıl..

Dert inlettiğinde, aşk söylettiğinde, sevda  efkarlandırdığında..

Zulmün karabasan olup, çökmüşlüğünde, insan ömürlerine..!

Yürek coşup,gönül taştığında da sergen olur gözyaşı durulukları..

Kanda ağlar gözler, yürekler, gönüller, vicdanlar ve ömürler..

Ölümlerde getirir çoğu kez göz yaşını, hüznün acısını dindirememişliğinde yürekler..

Tıpkı, gözlerim misali ıslaktır hayat..

Hayatı yaşamışlığım da nasıl kurumamışsa gözlerim ve yanaklarım..

Acısında,tatlısında tatmışlığımla hayatı renk renk..

Biçim biçim, çeşit çeşit..

Erguvan gülleri misali onun bana , benim hayata sarmaş dolaşlığımda..

Hayatı, gözyaşlarımla ıslatmışlığımla..

Hayatta ıslakdır...

Tıpkı, ömrüm, yanaklarım ve gözlerim gibi..!

Tıpkı, ömrüm, yanaklarım ve gözlerim gibi..!


Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Hildesheim / Almanya

18 / 12 / 2011

Saat;21_20

15 Kasım 2015 Pazar


MUAMMA,

Ben seni görünce,yeni yetmelik de aşka düşüp..

Sevda vurgunluğu na düşmenin gizemiyle....

Heyecan ve acabalar da,ya anlamazsa..

Ya,hayır derse'nin(?) muammalı hezeyanlarında savrulurken...

Senin,beni hünerli avcı edalarında,

Göz bebeklerine sinen,o albeniyle vurmuşluğunla..

Senin müptelanlığına saplanalı beri...

''-Sevdi,vuruldu bende çoğaltacak seviyi ''sanmıştım..

Heyecan titremelerinin,yerini kasırgalara terk edip..

Yüreğimi,gönlümü,dahası benliğimi ardın sıra....

Aşk denen o illetin beni,sevdana ve sana sürüp savurmuşluğunda..

Anaforlarında boğuldum, aşkın ve hayatın...

Düşselliğin,ne yapacağını bilmezliğin acziyle..

Çıkıp gelir apansız,beni çekip çıkarmacasına..

Bu hallerden diye....

Ummakla,anmakla,acabaların muammaların da..

Ömür eskitmecesine..

El elde,baş baş da kalakalmanın hüsranı...

O anaforlar dan da çok mahvedince..

Bu sefer dedim,''-Olur a insanlık hali'', diye..

Umudun çengeline,sevdanın tufanına kapılan yüreğime söz geçirmemişliğimle..

Ömrüm,sanmalar la-sanrıların arasındaki çıkmazda voltalar da tükendi..!

Sanırım,bu son vurgunun la uyandım..

Kabus mu,olursuz düş mü olduğunu bilemediğim..

Sana tutuklu,sana vurgun aşka bezeli gecelere göz yumduğum o günlerde..

Hep,sandım ki sana uyanacağım,

Seninle dolu uykusuz ve yorgun gecelerimin..

Umudun şafağına tüneyivermişliğinde,

Yüreğim,gözlerim gülüşünle yıkanacak her sabah..

Ama,heyhat...!!!

Gel gör ki,evdeki hesap çarşıya uymamış tekerlemelerin de heba olan gençlik çağlarımda..

Nafileliğin itaatkar yolculuğunda...

Ömür katarı mı eskitip de..

Permeperişanlıklarda,mecalsiz yığılıp kalmalarla..

Fizanı bile aratacak kadar amansız ...

''Hüzün ve yalnızlık Çölü'' 'ne düştüm düşeli anladım ki..

Ben aslında ta baştan,yanılgıda yitirenmişim..

Acı ama gerçek..

Sen aslında hep,fırtınada sığınacak liman arayan gemilerden..

Amacına giden her yolu mübah görmelerin zevzevkliğiyle..

Gidebildiğin çıkar duraklarına erebilmek adına..

O yöne giden tüm tramvaylara binen avare yolcuydun..

Bunları,sen bilmesine biliyordun pekala da..

Sana has ,sana yakışan o iflah olmaz riyakarlığın la..!

Ama,bir ben anlamamıştım..

Aşkın gözümü kör,aklımı,sağduyumu iptal edip..

Devre dışı bırakmışlığın da..

Neticede,bugün...

Bir kabus filmine dönen,sevda hikayem biteli beri..

Adeta yeniden kaptırıvereceğim kendimi yalanlara ve hülyalara diye..

Dikkat kulelerinin sadık gözetleyicisi olmuşluğumda..!

Diyorum ki,ben bana,

''Eda na,cilve ne,aygın-baygın bakışlarının işgal ettiği...

Beni,benden alan gözlerine kanan...

O,masumane duygularımın pınarı..

Sineme tutsaklık da,sana vurgunluk da helak olan yorgun yüreğime..''

''-Aldırma buda gelir,buda geçer..

Onca vurgun yemişliklerin vartasını atlatan sen,bunuda aşarsın .''diye..

Şimdi aşk acısının delip geçerek,beni kalbura çevirmişliğinde..

''-Bilmem ki şimdilerde de züğürt teselliler çilesinin sarma

lında,ömür tüketmelere mi koyuldum yoksa ben..?''

Uzun sözün kısası,

''Çilehanemin mimarı '' sana..

''-Ben,sanmalar da ve muammalar da ömür,gün ve yürek heba ederken..

Sen beni,hiç mi hiç sevmemişsin aslında..!''

Ölesiye sana tutukluluğum da..

Aşkın sarı-sıcak harların da kavrulmuşluğumda

Senin,beni hiç sevmemişliğinde..

Ben ömür tüketirken,avara kasnaklıklarında,

Aşkın teranesinde dönüp durmalarda..

Melül, melül eskitirken günleri,ömrü..

Sen,şuh bakışlarınla gönül avcılığına koyulmuşluğunda..

Hiç mi hiç benim olmamışsın,senliliğimde bile...

Sevginin,sevinin coğrafya na hiç mi hiç uğramamışlığında..

Yalancılığın la,sevdalara yabancılığında..

Dönenip dururken sen,

Ben gam yükünün yolcusu,avare...

Sensizliğin yansımalarında,senli seraplarda ömür tüketmişim,aslında

Hayatımı özetleyecek olursam şimdi ardın sıra..

Topla,çıkar,çarp böl...

Değişmeyen sonuçla,

Ömrüm eşittir,hep muamma..!

Ömrüm eşittir,hep muamma..!


Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Hildesheim/Almanya

01/12/2011

Saat:14_15

14 Kasım 2015 Cumartesi

AH, BİR BİLE BİLSENİZ ....
AH ....! Ah, bir ...... Bir tutabilseniz, bir fark edebilseniz ...! Ah, bir bile bilseniz ..! Aklımın arka sokaklarından geçenleri .. Anlardınız, işte o zaman, belki ... Benim, bu kör olasıca ,kör sancılarımı ..! Yürek, sızılarımı .... Gönül, kırıklıklarımı .. Ruhumun, girdaplarda, nasıl da kıvrım, kıvrım kıvrandığını ... Ah, bir tutabilseniz ... Ah, bir fark edebilseniz ... Ah bir bile bilseniz .... Ah, bir bile bilseniz ... Ahhhhhh ...! Ah ...... Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ Ereğli / KONYA 14 / 11 / 2015 Saat ; 22_49

13 Kasım 2015 Cuma


SENDEN SONRAM, AŞK OLSUN, AŞK ...! 

Döşümü de, düşümü de çöz benim ..
Değsin sevgi, sevgi, şefkat, şefkat, aşk , aşk ellerin, nefesin ...
Tenim, bedenim, ruhum taş soğukluğundan ve yalnızlığın azabından azat olsun .. 
Çoğalt beni, sende,
Ve, sonra, tüket beni, yudum , yudum, zerre, zerre, derinliklerinde ..!
Kanatlandır duygularımı, tüneyeyim ruhunun doruklarına, aşkın parıltısı ve ihtişamıyla ..
Kayalığa kazınmış esaret' im son bulsun,
Halden hale sok, aldırmadan yaşayacağım zorluğa,cefaya ...
Yeter ki, yoklukta yine doğup çoğalarak aşk, aşk sende bina olayım zamanın ve senin bağrında ..
Bilsen, kaç karanlık gece,kaç gün ışığı...
Kaç zaman ve zemheri, yaz sıcağı geldi, geçti ömrümden ..
Hepsine dayandım, dayanmasına ..
Lakin sensizliğe, sevgisizliğe, sevdasızlığa, kahreden yalnızlıklara ve ölümcül sessizliklere katlanmak
Bil ki, ölümden de büyük azap gelmelerde, şimdi bana ..!
Şimdi, o gün, bugün ..!
Mahşerim, cehennemim, sonum ve bitmeyen azabım olacaksa bile gel,
Yak ateşini aşkın, alev, alev, meş'ale, meş'ale ..
İşlesin iliklerime, aşkın harı, çatırdayarak dağılsın taş bedenim ..!
Ruhumun azatlığında, geçerek kendimden ..
Küllerimden aşk ve haz olarak yeniden doğayım ...
O, gönül coğrafyanda, aşk ikliminde ..
Gelişin ve ellerinle dünümün sonu, yarınımın miladı ol ..
Senden öncem, kül ...
Senden sonram, aşk olsun, aşk .....!
Senden sonram, aşk olsun, aşk .....!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Ereğli / KONYA

21 / 10 / 2015
Saat ; 21_53

11 Kasım 2015 Çarşamba

BU DİZELERİMİ, ÇOK SEVDİĞİM ,DEĞERLİ KARDEŞİM MEMDUH EKİCİ CANIMA ARMAĞAN ETMEKTEN ONUR DUYUYORUM.O GÜZEL İNSAN,CAN DOST BU DİZELERİ VE NİCE GÜZELLİKLERİ ZİYADESİYLE HAK EDİYOR.

NEDEN Mİ KAÇAR, İNSAN KENDİNDEN ?

Salkım saçak yağan yağmurun,
Tepesinden girip, tırnağından çıkmışlığında …
İliklerine dek ıslanmışlığı …
İçinde çoğalan ürperme ve üşümelerin, onu …
Zehir yemiş itler misali, titremelere salmışlığında ..
Koynundaki kediyi, yağmurdan ve üşümekten korumaya çalışarak
Rengi kaçmış, dikişleri tiftimiş pardüse eskisinin yakasını,
Bir deri- bir kemik denecek cinsten….
Sıska mı sıska yavru kediye, sıtır ederek ..
Caddelerdeki su selciklerine bata çıka, bata çıka yürüyordu ….
Soludukça ağzından çıkan buharın,
Yağmur tanelerince öpülmüşlüğünde …
Saçı-sakalı birbirine karışık hali, hırpani görünümü…
Yorgunlukla ve açlıkla kamçılanıp, galeyana gelen pejmürdeliğiyle ..
Yağmura kafa tutarak, yollara yayıla, yayıla …
Ulu-orta voltalar atarak ,
Kirinden bir türlü arınamayan ..
Kah, karı görüp, örtünüp … …
Kah, yağmuru içen, yorgun ve uykusuz kentin …
Bu, keşmekeşlikler mekanı sokaklarında, haline inat ….
Gamsız, telaşsız ve korkusuz dolaşıp duruyordu ….
Nam-ı değer, Hızır Acil Seyyah Lokman Çelebi …
Kimilerine göreyse …
O, Konaksız Paşa namıyla gönüllere taht kurmuştu …
Rivayet çok, tevatür gırlaydı onun hakkında ..
Ne zaman birinin başı sıkışsa, bir garip dara düşse ..
O, anında bitiverirdi orada ….!
Sessiz, dingin, duru bakışı ve çocuk masumiyetinde gülüşü ..
Çelebi tavırlarıyla ..
Bulur, buşurur, buluşturur,
Yemez-yedirir, dertlere deva, yaralara şifa oluverir ..
Tevazusunu ve yalın dostluğunu, içtenlikle sunmuşluğun rahatlığıyla ..
Kibirden, böbürlenmekten ıraklıklarda …
El uzatır, medet olmalara çalışırdı ..
Daima ‘’Veren el, alan elden evladır’’ der ….
Ardından, yüzünü aydınlatan o bilindik tebessümüyle ..
Sessizce çevresini selamlayarak ,
Tıpkı bir hayal gibi, geldiği gibi sessiz-sedasızca..
Ruh gibi, gölge gibi, kaybolurdu ortadan ..
Koynunda yardıma muhtaç bir garip kedi yada yaralı kuş yoksa ..
Sıklıkla boynunda ….,
Zaman, zamansa sol omzuna asılı halde, onunla dolaşıp duran …
Ne zaman ve nasıl..
Nerde ve hangi hünerliliklerle kullanıldığı bilinmeyen
Eskilerin deyişiyle ‘’-Fi tarihinden kalma..! ‘’
Bit Pazarından tescilli ….
Antikamı antika, afili mi afili bir fotoğraf makinesi olurdu yanında ….!
Gözden ırak ve kalabalıktan , gürültüden…
Hele ki de, kasvetli-kapalı mekanlardan kaçarak, yaşayanlığıyla
Şatafattan, şöhretten, gösterişten ve dalkavukluklardan hoşlanmayan tavrı ..
Sözden çok sükutu seven ve sergileyen halleriyle ..
Nerdeyse on parmağında, on hünerliliğindeki ..
Yeteneğini yararlılıkta ve umarsızlıkla, sevgiyle sunan ..
Kibar, zarafet timsali duruşuyla, göze ve gönüllere dolanlığıyla ..
Adının, sanının ve esamesinin fazlaca bilinmezliğiyle ..
Sırlı Lokman, iltifatlarıyla dolaşır dururdu !
Kimilerince müzmin melankolik, kimisine göre Sofi ruhlu
Allahlık Ali Bey’di o ....
Bazı aklı evvellere göreyse, altı-üstü baldırı çıplak, bir sokak adamıydı o ..!
Hasılı, milletin ağzı torba değildi ki, büzesin ..
Ondandır, bu cümleden laflar dolaşır dururdu onun hakkında ..
Kimse, işin aslını-astarını bilmez..
Kulaktan dolma laflarla ..
Peynir gemileri yürüterek, hakkında fikirler üretir …
Dedikodu kazanını kaynatmalara koyulurlardı !
Çoğunluksa, onun için adeta ağız birliği etmişlikle ..
‘’-O, insan gibi insan, meçhullüğü ve kerameti, kendinden menkullüğüyle
Gözü yaşlıya gardaş, dertliye yoldaş ….
Naçar’a, derman, çileliye sırdaştır, oldum olası ‘’, derlerdi, onun hakkında !
Fısıltı gazetesinden yayılan haberlere göreyse ..
Kimi- kimsesi olmayan, öğrenmeye aç …
Ve, daldasız-duldasız, gariban okumaya muhtaç çocuklara, kol-kanattı ..
Hemen, her yerde denildiğine göre, bir düzineden çok çocuğa ..
<<-Sağ elin verdiğini, sol el bilmemeli ..>>, inancıyla el uzatıp, ışık oluyordu ..
Hasılı, bizim derviş ruhlu, sükun denizi , çocuk gülüşlü ..
Lokman Hekim halli, azda, özü demeyi seven …
Sevgide çoğalmaları düstur edinen, kavi gönüllü, munis huylu …
İsmi-cismi, adresi ve kimliği meçhul, Meke’ci Çelebi Kamil’imiz ..
Gece-gündüz, yağmur-yaş, yaz-kış, demeden ….
Sıklıkla ve çoğunlukla, adeta bir gölge gibi hallerde ..
Kimsenin, onu bilmemişliğinin rahatlığı ve huzuruyla ..
Hayatın ve kentin bağrında ..
Geceyi-gündüze, elemi-neşeye, günü-güne ..
Gönül’ü, gönül’e, ekler dururdu ..
Bazen derin, derin dalar, gözleri buğulanır ..
Sükun okyanusunun derinliklerinde yiter, giderdi ..!
Böylesi anların sonunda..
Kirpik uçlarında, ha aktı, ha akacak halde tüneyen yaşlar ..
Kanı çekilen solgun-titrek dudaklarında ..
Belli, belirsiz seyrimelerle tüneyen hüzünler arasında ..
Fısıltı bile denemeyecek kadar, belli-belirsizliklerde..
Söyleniverirdi, kendi kendine ..!
‘’-Neden mi kaçar insan,kendinden ? ‘’ diye ..
Sorusu havada, göz yaşları, kirpik uçlarında takılıp kalmışlığında..
Koynuna tüneyen bir garip sokak kedisinin, onunla kenti dolaşmışlığında …
Arşınlarken zamanı, günü, geceyi, sokak, sokak bu yorgun kenti !
Efkarla sallayarak başını, gömülürdü yine sükuna..
‘’-Neden mi kaçar insan, kendinden ? ‘’ cümlelerin sarkacında ..
Hüzünlerini sallayarak, yürür giderdi, kentin sokaklarında …!
Hüzünlerini sallayarak, yürür giderdi, kentin sokaklarında …!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Ereğli / KONYA
10 / 11 / 2015
Saat ; 23_42

  ÖMRÜMÜN DEFTER-İ KEBİR-İ'Nİ, HAYAL-İ SÜKUTLARDA ÇOĞALAN , KAHIRLA ....... SESSİZLİKLE YAĞAN, SİTEMLE ..... ELEM TEBESSÜMLERİNDE KAPA...