9 Ocak 2017 Pazartesi


Yüreğimden taşarak, göz yaşlarımda yıkana ,yıkana durulanıp ,arınarak, gönül imbiğimde demlenip, süzülerek dilime vurup, dillenen duygularımın dizelerde ete, kemiğe, söze bürünmesidir,şiir

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

09/01/2017


8 Ocak 2017 Pazar


O, BİLİNMEZ ALEME ...!

Her zaman, benimle hayat ve ateşle aramızda ..
Gözle görülmese de, 
Hissedip, bildiğim bir ıraklık, bazı nesneler ....
Yalanlar, gölgeler, sırlar var ..
Yüzümdeki bir cenin zarıyla
Ve,özümdeki peçeyle, sırlara gömülü halimle ..
Maskelerin ardına tutsak hayatın, biçare bekçisiyim ..
Ateş, çok şeyi, hatta beni de yakar ..
Lakin;
Sır denilen o, peçeyi ve ardındakileri yakamayabilir her zaman ..!
An,olur ki..
İnsan, yangınla, kül olup gitse bu alemden,ölümün ülkesine ..!
Sır perdesi ve maske ardında ki...
Öz gerçeğini ve sırrını da götürür, beraberinde ..
Yani,hasılı ..
Bilinmezliğiyle gider, o bilinmez aleme..
O, bilinmez aleme ...

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Frıedrichshafen / Almanya

24/05/2016

Saat;02_25

GÖZLERİN SIĞINAĞIMDIR, SIĞINAĞIM .....

Sözcükler dizilir, boğazıma ...
Görünmez bir elin, gırtlağımı sıkmışlığında ..
Kan-ter içinde kalmacasına, debelenerek ...
Kurtulmalara çalışırım, bu kaos ve korku sarmalından
Sessizliğin uçurumlarına düşmemek için ..
Pürtelaşlıklarda, can havliyle tutunmaya çalışırım o an
Önüme ne gelir, elim neye ererse ..
Ama, emeklerim, çabalarım boşuna gider, her keresinde ..
Nafile uğraşların ve ağır yenilgilerin bedbahtlığında ..
Kabus çığlıklarıyla bölünüp, darmadağın olan uykularım gibi ...
Un-ufak olurum, yerle yeksanlıklarda ..
Tutmaya çalıştığım dalların, güvendiğim dağların ıraklığında ..
Mecalsiz kalırım, mecalsiz, her keresinde ..
Bu girdaplardan kurtulup, sıyrılmalarda boğuşmaktan .
Dur-durak bilmeksizin..
Düşer, düşer, düşerim ..
Dipsiz uçurumların, o vahşi ve ürküten karanlığına ...
Alabora olan sandallar, depremlerde yıkılan binalar gibi ..
Ne elle tutulur, ne işe yarar bir yanım kalmamacasına
Kulağımda uğultular, içimde fırtınalar patlamışlığında .
Ben yarım-yamalak bile, sayılmamacasına ..
Hatta bir işe yaramamacasına...
Ağır mı ağır hasarlarda, telefliklerde yiterim ..
Taki, gözlerin belirinceye dek ..
Göz, gözü görmemecesine çoğalan, toz- dumanlıklarda ..
Derin bir soluk alırım, her nasıl becermişsem ?
Dudaklarımın, korku dolu seyirmeleri ..
Susuzluğa kesmişlikteki çatlakları, bedenimdeki yara -bereler ..
İçin, için kanamalarım yavaş, yavaşta olsa diner, durur
Gırtlağımda ki el, kulaklarımdaki uğultu, yok olur ..
Adeta, deniz kokularının ferahlığı sarar ...
Kuruyan dilimde-damağımdaki ıslaklık, çoğalır ..
Bir, bir belirir hayat emareleri ...
Alnıma konan el, siler şefkatle ...
Kabusun izleri, tuza kesen terleri ..
Fısıltıya karışan öpücükler, kondukça dudaklarıma ..
Üzerimdeki ölü toprağı sıyrılır adeta ve tüy kadar hafif hissederim ..
O an kendimi ...
Bilirim ki, güvenilir elde, kuytu ve fırtınalardan ırak limandayım ..
Sığınağım gözlerin çoğalır, gözlerimde ..
Bağışlar bana tüm güzellikleri ..
Adeta, ecelle pençeleşmenin tarifsiz kabuslarından kurtarmışlığıyla .
Bir fısıltı çoğalır,
''-Sevgi en iyi, ilaçtır .
Aşk budur, panzehiridir kötülüklerin ve korkunun . '', diyerek ..
En munis ses tonuyla, beni çeker-çıkartır kabus girdaplarından ..
Sığınağım, limanım, hayat tutanağım, gözlerin ..
En bonkör haliyle bağışlar bana ...
Sevmelerin-sevilmelerin, aşkın lütfunu, kerametini, armağanını
İşte ..
Hızırım olur, koşar yelken kürek, şifa, şifa çoğalarak..
Yarama merhem, yüreğime can olur..
Dahası, hayattan bağlarımın kopmasına ramak kalmışlığında..
Bakış, bakış sevgi, sevgi sarar-sarmalar, yetişir imdadıma ..
Can simidim, sığınağım gözlerin ...
O zaman, şu vurgun artığı yorgun ömrümün, en zor anında..
Yine, yeniden ve bir kez daha, anlarım ki ..
Sen ve sevgiyle dolu bakışlarının süslediği gözlerin ..
Varım-yoğum, her şeyim, hayat iksirim..
Bedbahtlığımın, hayata küskünlüğümün ..
Umutsuzluk ve mutsuzluk zehirlenmelerimin panzehiri
Yaşama sevinci bahşeden, birer sevgi pınarıdır ..
Hayatı ve tarifsiz sevinçleri sunan o, ahu bakışlı ..
Canıma, can katan gözlerin sığınağımdır, sığınağım ....!
Canıma, can katan gözlerin sığınağımdır, sığınağım ....!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Altınoluk / EDREMİT

04 / 01 / 2015 

BENLİĞİMİN,
ÇÖZÜLMEYEN KÖR DÜĞÜMÜSÜN ....!

İçimde Don'dan da durgun akan, 
Huzur ve sükun kaynağı albenili ırmak sın ..
Ömrümün zulasında, gönlümün bağında ..
Henüz filizlenmiş aşk tohumu .
Ruhumun dinmeyen, fırtınası ..
Karışık aklımın, çetrefilli duygularımın ..
Yediveren olup sarmışlığında ...
An be an beni kuşatıp,sarıp-sarmalayan sarmaşıksın ...
Müptelalığımsın ...
Benliğimin, çözülmeyen kör düğümü sün ..
Soluksuzluğumda hava, nefes ..
Yüreğim,dudaklarım kuruyup,içim yandığım da ..
İmdadıma yetişen can suyum sun ...
Yumarım gözlerimi, kah sana giderim ..
Kah sen çoğalır sın içimde ..
O zaman bir düşünce bulut gibi çoğalır, kaplar beni ..
Sevgine aralanan dudaklarım ,aralanır fısıltıyla ..
Dökülür duygularım yüreğimden sözcük,sözcük dilime, dudaklarıma ...
''-Kim bilir, belki bir yerlerde ?
Kimselerin fark etmemişliğinde ..
Hala, sevgiyle çoğalarak ..
Sevgiyi, aşkı yaşatarak dilekler arasında, hala gök yüzüne kuş uçurup ..
Avuç açarak dilinde aşkı terennüm ve tespih edenlerdir ..
Bu evrenin gerçek ışıkları, onlardır ...
Hayatın, gönüllerin, ömürlerin ....
Hiç mi hiç sönmeyen kandilleridir ...! ''
İşte sen böylesi emsalsiz ve tarifsiz güzelliksin ..
Her gideyim denildiğinde ..
Dönülüp, erişilmek istenen sin ....
Tıpkı,kaçtıkça, sana koşup ..
Seni buldukça zenginleşenliğimle ..
Mutluluklar çoğaltan ..
Yürekler taşırıp, gönüller ışıtan sın ..
Yüreklere şifa, ruhlara huzur, gönüllere bereket ...
Dillere ses'sin ...
Sırılsıklam sevdalılığımla ...
Kanıp, doyamadığım ..
Keşfettikçe, yittiğimsin ..
Dilim lal, gözlerim aşkınla kör, gönlüm nurunla ışıl, ışıl
Ondandır, sen ...
Erişilmezliğinden çok, vazgeçilmezimsin ...
Varım, yoğum ..
Akım, karam, her şeyimsin ..
Hasılı ..
Sen, sevgi, sevgi çoğalıp, sarmışlığın ve çoğaltmışlığınla ....
Fikrimin ince gülü, aklımın çetrefili, yüreğimin can suyu'sun ...
Gönlümün, ömrümün, ruhumun ....
Benliğimin, çözülmeyen kördüğümü'sün !
Benliğimin, çözülmeyen kördüğümü'sün !

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen / Almanya

04 / 01 / 2017

Saat ; 17_30



DİLLENİNCE SIRLAR ...

Bilirsen dillerini çözmeyi, erersin hayatın ve gizlerin ..
Sessizliğin, çağların, kayaların, ağaçların, suyun, toprağın ....
Hatta, sessizliğin, ölümün ve dahası, dünün sırrına, erer ....
Anlarsın, dökersin ortaya gerçeği ...
Daha da ötesi, hemen, hemen her bir bilinmezi ..!
Erersen dilin sırrına, lalların şifresini dilini,çözer, ölümlerin ve ölülerin ..
Gerçeğine erersin ...
Gizemleri, üryanlıkla konuşturur, dağla, taşla, hayvanla ..
Hatta, dününde kalmış onca karanlıklarla konuşursun, lisanınca ..
Dillenince sırlar, kalkar perdeler, yıkılır duvarlar ..
Açılır, küf kokulu dehlizler, karanlıklar ...
Dökülür ortaya, aklı-karalı, kirli-temiz çamaşırlar ...
Zaman, ancak anlaşılmayınca susar ..
Anlayıp, çözersen esrar-ı mucibini, zamanın ...
Anlatır sana usuldan, usula dünden hatıralar ..
Kaldırırsın karanlığın ve sırların perdesini ...
Ürkmez sen, korkmazsan ...
Öteki alemler, gaipten sırlar,
Maymunlar, kuşlar, balıklar ...
Toprağa karışmışlıktan arta kalan iskeletler ...
Binalar, semadaki yıldızlarla, bulutlar ...
Açılıp-deşilince mezarlarda, tarihte, ölüler de konuşur, seninle ..
İlimdir, tevazudur, edeptir, sabırdır ve hünerdir, işin sırrı ..
Usulünce basınca notalara ..
Nasıl dillenirse sazlar, öyle konuşmaya başlar rüzgarla-sazlar ...
Üfleyince nefesi, kamışa ..
Kamış dile gelir, nefes,nefes aşkla ..
O vakit, neyden dinlersin gönüllerle, ruhların esrarını, aşkını,
Görünür cemaller sana, erersin o zaman sende ...
Kubbeyle,bakırcılar çarşısı dillenince ..
Dönmelere durmadı mı, duyduklarıyla yüce Mevlana ?
Onu raks ettiren sır, neydi acaba ?
Hayatın, insanın ve kainatın ve hakikatin, sırrın gerçeğine ..
Görünendeki görünmeyeni, gönül gözünle görmecesine ..
Mucitlerle, aşıkların dili birdir aslında ....!
Keşifdir ikisinin de, özü ve sırrı ..!
Şifrelerini, kodlarını ve hatta suskunluklarını duyarsan, yüreğinle ...
Dinlersen gönlünle, verirsen özünü, erersin ruhuna ....!
Canında, cananın da, hayatında, insanında özüne, sırrına ..
Genetiğini kavrarsan canlının ...
Miraslarını yarına taşırsın ..
Cama bakarken, kumları hissedersen ..
Suya bakarken, insanı görürsen ..
Ateşe bakarken özü görürsen ..
Serapta canlananında,yiteninde sen olduğunu keşfedersen ..
Örste dövülenin, can olduğunu bilirsen ..
Benin ölünce canlananın yürek olduğunu kavrarsan ..
Çözersin sırların özünü ..
Cananın, candan azizliğinin sırrına erer sen ..
Aşıklığın da kavuşursun, maşukuna ..
Kendinin, aradığının, olayların, özün ve hayatın farkındaysan ..
Seni farklı kılan sorgulamanın, cevherin özünü sakladığını kavrarsan ..
Özdeki cevheri,cevherdeki canı, candaki, sırrı ..
Dillenince sırlar ...
Cananda ki aşkı, aşktaki sırrı bulursun ....!
Cananda ki aşkı, aşktaki sırrı bulursun ....!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen / Almanya

04 / 01 / 2017

Saat ; 23_59


İYOT KOKULARINA BELENDİ, RUHUM ....!

O, kaptandı hep beklediğim ..!
Umutla kıyıya vurup, denizin enginlerinde yolunu gözlediğim ...
Beklediğim gemide, direk ..
Kaptanında da yürek yoktu, anlaşılan ...
Çok gemiler, kaptanlar gördüm, bekleyip dururken kıyıda
Benim beklediğim kaptan çıka gelmedi ..
Çıka gelenler yada ,el sallayıp ,siren çalan, gülüp geçenlerde benim beklemediklerimdi ....!
Hasılı ..
Nice gemiler geçti, umutlarımı çalmacasına ..
Nice kaptanlar gördüm, hüsranlar da savrulmacasına ..
Benim beklediğim kaptanın, gemisi .....
Beklediğim geminin, kaptanı yoktu ..
Gönlüm, hüznü içti ..
Yüreğim kan ağladı ..
Belendim iyot kokularına, martı çığlıklarına tepeden tırnağa ..!
Ruhum dövüldü acılarla, nafileliğin hüsranın da ..
Kıyıyı döven dalgalarda, acımasızlıkla ..
Vurdu yüzüme kamçı gibi, köpük, köpük sular ..
İçimi acıtıp, derinde derine yaralayan azgın dalgalarla ...
Kezzaptanda beter yakıp, acıtıyordu bedenimi, ruhumu, sular ...
Feryadıma eşlik ediyordu ..
Çığlık çığlığa uçuşan martılar ..
Ben bekledim ..
İnat etti vermedi deniz, gönlümün kaptanını ..
Sonunda gördüm ki ..
Ufukta ne gemi, nede kaptan vardı ..
Alabora olmuş ruhumda acılar, hüsranlar, bana ....
Göz yaşlarım, sahile kaldı ....
Yüreğimi, yine ve bir kez daha kor, kor yangınlar sardı !
El elde, baş başta kala kalmacasına ..
Nafileliğin dehlizlerinde gün tüketip, ömür çürütmecesine ...
Hüzne karışan iyot kokularına belendi, ruhum ...!
İyot kokularına belendi, ruhum ...!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen / Almanya

05 / 01/ 2017

Saat ; 00_01


KARIŞIR GİDER ....!

Ne zaman, sen düşsen aklıma ....
Aklım, alır başını gider ....
Leylilik kalır, bana ...
Gözlerime, cemalin ....
Gönlüme, hayalin düştüğünde ..
Kirpik uçlarıma tüneyen göz yaşlarım ..
Toprağa karışır gider,
Islağı bana kalır, mahzun gözlerimin, kanı çekilmiş yanaklarımın !
Ne zaman, yüreğim yüreğinin yokluğunun acısıyla kavrulur ...
Sürülüp, savrulmuşlukla ..
Gündüzüm-gecem, akım-karam birbirine karışır ...
Hicranların çarmıhında, sanrıların pençesinde kıvranarak .....
Ruhum, elemler meyi ne bulanarak,
Sensizliğin esrikliğinde, ruhunu arar ...
Et-bedenliğinde kadavram, bana kalır .....
Zamanlar, zamanlara ...
Ruhum, ruhuna ....
Ömrüm, yangınlara ...
Külüm, dumanıma ...
Akım, bokuma karışır gider ...!
Akım, bokuma karışır gider ...!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen / Almanya

02/01/2017

Saat;02_22


YUTTU İKİMİZİ DE, SONUNDA ..!

Akreple-semender misali ..
Gizemlerle bezenmiş ..
Bir dargın, bir barışık ..
Hele ki de, çok kavgalı ve karışık hallerimizde ..
Sürüp giderken, al takke-ver külahlıklardaki ..
Sünepe ve sümsüğü düşük hallerimiz ..
Geçinip giderken kuytusunda hayatın ve kentin ..
İçerken kahırları ...
Kopunca birden bire ...
Renkli Türkçe sinemaskoptanda beter, cafcafalı ...
Ağır romandan da ağır, çilekeş hayatımızda, bu garip film ...
Savrulduk ayrılıklarda, acılardan, acılara ...
Sonumuzun, daha baştan belliliğinde ...
Başımıza gelenlerin ..
Pişmiş tavuğun başına gelmemişliğinde ...
Zamanın, hayatın, hele ki de ....
İnsan geçinen cümle herzelerin, deyyusların acımasızlığında !
Sen ne zaman düştün, sokaklara ...
Kanat açtın, kaldırım serçeliğine ...
Aklım başımdan , tenim canımdan gitti ...
Adının yosmaya, adımın pezevenkliğe çıkmışlığın da ...!
Kederlerde kahrolarak ...
Ölüp, ölüp dirilmelerde, kendimi jiletlere ....
Günlerimi nafileliklerde ,avareliklere ...
Olmadı, acılı arabesklere vurarak ...
Kimseciklerin duymamışlığında ..
Sessiz çığlıklarla avaz, avaz bağırarak ....
Kentin kazan, benim kepçe, senin pişmiş tavukluğunda ...
Kadehlerdeki dudak izlerinde bile, seni aramacasına ..
Düştüm ardın sıra, kirden rengi görünmeyen ..
Yağlı karaya bezenmiş, Arnavut kaldırımlarına ...
Kahpe geceler, yavşaklıkla donanmış günler ....
Ardı-arkası kesilmeyen, hıyanetler ...
Gün yüzü görmemiş hainlikler ve boyları -posları devrilesice ...
Dar yerlerde, bol bıçaklara gelesice boy, boy hainler ..
Ve, nihayet ...
Çivisi ve çıfıtı çıkmış obur dünya .....
Boka belenmiş bu yorgun kent, bilcümle kalleşliğiyle ....!
Esamemizin bile okunmamışlığıyla ....
Yuttu ikimizi de, sonunda ....!
Yuttu ikimizi de, sonunda ....!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen / Almanya

03 / 01 / 2017

Saat ;02_39


DİNDİRMEZ, YÜREK SANCISINI ...!

Su akarken testini doldur, sonra kalırsın pişmanlığa ..
Son pişmanlığın faydasızlığında derler ,eskiler ..
Rağbet edilmez, her nedense ...
Deneyim ve zaman imbiğinden süzülen bu sözlere ..
Hatta ...
'' - Eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı ..! '' der, gülüp geçerler .
Zaman ve hayat hükmünü icra edipte ..
Çıkınca bazı gerçekler su yüzüne ...
Yüzleşmeler, hesaplaşmalar ..
Vicdan muhasebeleri yapılmaya başlayınca ..
Dökülür üçer-beşer gerçekler ..
Üryanlıkla ortaya ..
Faydasızlığında ve olan bitenin felaketleri insan üstüne yağınca ..
Çok bilmişliğin, riyanın ve kendini kandırmanın kirli mekanizmalarının
Art, arda devreye girip, vebali olanların ..
Aksini iddialarda ,olaylardan sıyrılarak ..
Kendilerini '' - Sütten çıkmış ak kaşık'' kılmaya çalışmalarında ..
Hayatın gerçekleri ,vurunca şamarı acımasızca, insana ..
Akıllar başa gelir, sözüm ona ..
Oysa ki, nafileliklerde ve talanlar da tüketilmiş iken çoktan ....
Olanaklar, fırsatlar ve zaman ...
Bedestene bereket yerine, fesatlık ve nusibet hakim olunca ..
Düşer takke, görünür keller ulu orta,el-aleme ...
Bir nusibetin, bin nasihate bedelliğinde ..
Sümsüğü düşer, insanın ..
Süt dökmüş kediliklerde, kıvrıla koyarlar ...
Gözden ırak olmaya özenle, mahcubiyetle köşe-bucak yerlere ..
Özcesi dememiz o, ki ....
İş işten geçmeden, devşirmeli insanoğlu aklını başına ..
Kulak verip, dinleyip, öğrenip, sorgulamalı ...
Hayatı,olayları ve hakikati içtenlikli yalınlıkla ..
Sonradan duyulan elemle mahcubiyet, gidermez insanın acısını,
Dindirmez, yürek sancısını ...!
Dindirmez, yürek sancısını ...!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen / Almanya

03/01/2017

Saat;08_33


GARİBİM SONYA 

Boya ve yalan küpü, bulvar gazetesi geçinen paçavra da ..
Sana rastlamışlığımda, girdin hayatıma ...
İçinde, iki ekmeğin sarılılığı, üstüne düşen yağmurun ıslaklığıyla ..
Yırtılmakla-yırtılmamak arasındaki kaotikliklerde, savrulmuşluğuyla ..
Boyası ellerime sinen, çıfıtı çıkmış haldeki kağıt parçasından bakıyordun
Mahzun, mahzun ..
Üstelik ıslak, ıslak ...
Ağlamak, gülmek ve ıslanmak üçgenindeki alaturkalıklarda ....!
Sıcak ekmeğin burcu, burcu kokmuşluğunda ..
Gözüme, daha bir albenili gelmişliğinde ..
Sen, ben, ekmekler ve iliklerine dek ıslanan gazeteyle geldik, eve ..
Altı delik iskarpinlerimle, sade tepemden değil, ayaklarımdan girip ...
Donuma dek işleyen ıslaklıkla, sudan çıkmış fareliğimde ..
Tir, tir titremecesine, üşürken ..
İki çıplak bir hamama yakışır hallerde, tünemişliğimizle ..
Züğürtlüğümü iyiden iyiye ele veren, kraldanda çıplak odamda ..
Kondun ayağı kırık,
Üst tahtası bıçak yaraları ve kazıntıyla delik-deşik ....
Üstelikte örtüsü eksik, cıbıldak masaya ...
Kırıtmakla, büzüşmek arasındaki o melankolik edayla ...!
Soyunup-dökününce ıslak giysi eskisiyle, delik çoraplardan ..
Kurtuldum sudan çıkmış balıklıktan ..
Açıp bakınca bu boya ve palavra yüklü paçavrayı ..
Sıcacık ekmekler ve delikler arasında ..
Adeta gelin adayı gibi bakakoydun, bana ..!
Öğrendim adını okuyunca, tanıştık sonunda seninle, Sonya ..
Dile ihtiyaç duymadan, göz banyosunda birbirimizle tanışmışlığımızda ..
Bir, çıfıtı çıkık duvarlarıyla daha da züğürt ve ezik görünen, odama ..
Bir, masayı süsleyen yarı ıslak, yarı sıcak ekmeklere baktım, imrenerek ...
Utançtan al, al olmuşlukla ..
Aldım avuçlarıma, okşamaya koyuldum ...
Isıtayım diye seni, usulca ..
Adeta, incitmekten korkan edayla ...
Dışardaki yağmurun hızını artırıp .....
Dahada delişmence, yağmışlığında ..
Göz ucuyla kırık camdan sızıp, süzülen sulara bakınca ..
Seni, daha iyi koşullarda karşılayıp, ağırlamamışlığın utancıyla ..
Sümsüğüm ve suratım düşmüş halde ..
Götürdüm resmini ...
Bakımsızlıktan çatlak-kuru ....
Kadın öpüşlerine hasret, titrek dudaklarıma ..
Duvara gitti gözlerim, bir daha ..
Dört paslı raptiyenin ciğerine saplanıp, delik deşik etmişliğinde ..!
Benden de beter hallerde surat asan, garip duvar ..
Karardıkça, karardı iyiden iyiye ..
Dışarda, yağmur ..
Masada katıksızlığa mahkum, soğumaya yüz tutan, iki ekmek ..
Ellerimde sen, duvarda paslı raptiye ..
Gözlerimde, mahzun bakışlar ..
Kala kaldık öylece, üryanlıklar kucağında ..
Odaya nispet yaparcasına, çıplaklığımda ...
Sen, ben ve duvar buluştuk sonunda, garibim Sonya ..
Sen, duvara yapıştın ....
Bense, ürkek serçe edasıyla, tedirgince titremelerle ....
Ahı gitmiş, vahı kalmış, cılkı çıkmış sandalyeme iliştim ..!
Masada tüneyen ekmekler, avuçlarımda bölündü ..
İçime işleyen sıcaklığının son izleriyle okşadılar ellerimi ..
Ekmek düştükçe kursağıma, açlığım yatıştıkça ..
Dolunca kursağım,canlandı nefsim ..
İlişti gözüm duvardaki sana ..
Bir bakıştık,bir bakıştık ki sorma gitsin ..
Evlere şenlik ....
Dışarıda yağmur, duvarda sen,ellerimde hapır-hupur iştahla tükettiğim ekmek ..
Kalktım masadan ağır ağır..
Önce nimettir deyip ekmeği öptüm ..
Sonra, kara duvarı renklendirip,süsleyen sana uzandı ...
Açlıkla ve iştahla dudaklarım ..
Titreyen sadece dudaklarım değildi o an ..
Önce ellerim ..
Sonra zangır,zangır tüm bedenim titredi ..
Unuttum ekmeği,aşı ..
Kadına açlığım,insana hasretim,sevgiye susamışlığımla ...
Gömdüm suratımı, duvardaki tebessüm akan suratına Sonya ....
Geçerek kendimden, öptüm seni, doya,doya ..
O anda, tıpkı dışarıdaki yağmur gibi ..
Belimin gelmişliğinde..
Karıştı bedenim sıcacık akan, boz-bulanık suya ..!
Mahçupmuyum, utançlı mı bilmem, bilmeye ama ..?
Duvardaki iç içeliğimizde tarifsiz sevinçler yaşadım senle, garibimSonya
Aynamın bile olmamışlığında bakamadan ben, bana...
Öptüm ....Öptüm ....Öptüm seni, doya, doya ..
Üstelik, içtenlikle ....
'' -Hoş geldin dünyama'', diye, diye, gönlümün konuğu Sonya ..
Yağmur camları, sen beni boğdun, sele-suya ..
Aşkı tattık, yaşadık aşkı seninle, kana kana, Sonya ..!
Bil ki, tepeden tırnağa titremeler deyim, hala mı hala ...!
Koyulduğum zir-zoplukla kendimden geçmişliğim den dolayı ...
Kendimden ve senden utanmışlığımla ...!
Kursağımda kalan sevinçten ...
Gelincikler gibi ala kestim, ala ..!
Sense,
Dünyamın biricik rengi, güzelliği olup çıktın .....
Sayende çiçek açtı duvarım, bedenim Sonya ...
Islak, ıslak dudak izlerim le, duvarda, sendeyim ...
Zevkten ve halsizlikten sendelemelerdeyim ...
Dışarıda, salkım saçak yağmur ..
İçeride, sarmaş-dolaşlığımızda seninle-ben ..
Keyfim ağada-beyde yok ...
Allah var'ya .....
Laf aramızda, sana söyleyeyim ..
Sayende ....
Keyfim ne Pala Bedo Ağa'da, ne beyde var hani'ya, şunun şurasında ...
Sen duvarda, ben karşında, üryanlıkta ...
Bakışmalardayız doya, doya, garibim Sonya ...
Garibim Sonya ...!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Friedrichshafen / Almanya

05 / 01 / 2017

Saat ;10_10

GÖZ BEBEKLERİNDE SAKLIDIR, KORKULARIN ....!

  İmrentiyi, tiksintiye , zoru, kolaya, kolayı, zora, oluru, olmaza, olanaklıyı, olanaksız, sevgiyi, nefrete döndüren ...... Hükmeden ve boy...