5 Ağustos 2015 Çarşamba


KAYIP HAYATLARIN, ÖLÜ CANLARI ….

YORGUN BEDENLER, BEZGİN RUHLAR … Angarya bir hayatın yüküyle inim, inim inleyerek hayatı eskiten .. Iskartaya çıkmış, yorgun bedenler , İçerken kahrın meyini, vurgunların acısıyla helak olur bezgin ruhlar .. Hayat denen bu tahterevallinin bir yanında yığın, yığın keder .. Öte yanındaysa, hayatı ıskalamışlıklarda bezgin, delik-deşik .. Kevgire dönmüş ömür eskileri, gam yükünün kervancı başlarının .. O tarifsiz sancıları tüner .. Suya hasretliklerde, çatlayan topraklar gibidir .. Mutluluğa hasret, sevgiye muhtaç böylesi ömür ve bedenlerin halleri ..! Kahve fincanındaki telve tortusu, yada küllükteki izmaritler gibi .. Kasvetli, ezik ve kararıp kalmışlardır.. Gülmeleri unutmuş o, soluk ve yorgun, kanı çekik yüzleri .. Ve, sokak lambaları misali ölgün, ölgün ışık huzmesiyle dünyaya bakan Yorgun ve kederli gözleriyle .. Sadece, sıradanlığın bedbahtlığını kusmakla kalmazlar, Evrene, hayata ve zamana … Kendi çilelerindeki tükenmişliklerin … O tarifsiz ve kahredici sinkafını da saçarlar, dört bir yana .. Kendilerine uzanan elleride kuruturlar … Çektikleri bataklığın o ölü sularında …! Kendi debelenmişliklerinin ceremesini, diyetini keserek onlara .. Onlar, akpacık perdeye bulaşan, sinek boku pislikleri misali halleriyle …! Umuda ve aka, hayata, yaşama sevincine dair ne varsa kirletmecesine .. Hayat onlara yük, onlar evrene külfet ve badiredir aslında .. Beyhude ömürlerin ıskartalığında tükenen … İliz, iliz bir ömür eskisidir ortada dolaşıp duran .. Ölü canlıklarda ve hayaletleri kıskandıracak hoyratlıklarla .. Rol aldıkları, hayat denen bu sahnede ..! Düşkünler, bezginler ve miskinler orduluğuna soyuna figüran bedenlikleriyle.. Roman sayfalarından, hayata fırlamış halleriyle .. Acemi kumarbazlıklarında, sıfırı tüketmişler güruhluğudur.. Oldum olası, onlara düşen rol .. Ondandır ki, hayatın imbiğinden süzülüp, eleğinden geçmişlikle … Yaşayan karaltılar ve korkuluklardan ibaret, vestiyerlik ömürlerdir .. Tarihin çöplüğünden yayılan çürümüşlük kokularının kaynağı .. Bu, bok böcüsü kılıklı, insan eskileri ve eskilikleri .. Hayattan roman sayfalarına .. Yitik ömürlerin kayıp ve ezik kahramanları olarak sığışırlar .. Tıpkı, kirden yapağıya dönen saçlarda tüneyen bitler gibi.. İtiş- kakışlarda, dürtünerek, tükenip giderler Ünsüz-sessiz, sedasız,ömür ve hayat denen.. Bu, amansız hengamenin çarklarında.. Ulu-orta dolaşıp dursalar da, bakan gözlerin onları görmeyip, Fark etmemişliğinde, hayatın onlara biçtiği rollerde sürterek … Hayatın zulasında saklana, saklana …. Karanlık, evham, korku ve sancı çoğaltarak .. Yiyip tüketerek hem kendilerini, hem de hayatı .. Göçüp gidiverirler, Zamanın ve hayatın sığlığında, sağır sultanlığında ..! Böylesi yorgun bedenler, bezgin ruhlar Kah, kimsesizler mezarlığına , Kah, tıpkı ömürleri misali … Ölümlerinin de, bilinmezliklerinde … Kimliği meçhul ölümlere yürüyüvermişlikleriyle .. Geride, kendilerini yad eden bir nefes . Bir tutam anı, bir ses , hoş bir seda bile bırakamamışlıklarıyla ..! Ne hazin ve ne acıdır ki .. Ondandır, böylelerinin adlarının .. Kayıp hayatların, ölü canları’na, çıkmışlığı .. Kayıp hayatların, ölü canları’na, çıkmışlığı .. Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ Altınoluk / Edremit 05 / 08 / 2015 Saat ; 00_23

4 Ağustos 2015 Salı


BENDE SAKLIYDI….

Merakım, dürtüm, keşfe, hazza açlığım …
Daha da ötesi ve önemlisi …
Aşkın ürünü ve hasadı insan kimliğim ..
Ve, yüreğimin sesini dinlemişliğim..
Ruhumun hayat yeline kapılıp ..
Davetkar ve albenili çağrıya kendini kaldırıp koyu vermişliğiyle …
Ben, mutluluğu ve mutluluğun anlamını arıyordum ..
O, çocuksu, delişmen ve gözünü budaktan esirgemez çağım ve hallerimle …
Tıpkı, ipini koparmış, rengarenk balonlar
Ve …,
Başına buyrukluklarda, bulutları,
Uçsuz-bucaksız semanın..
Davetkar mavi atlasını öpen, uçurtmalar misali ..
Sineme sığan yüreğimin sınır tanımaz ufukluluğuyla ..
Düşsel yılkı atlarımın, dört nala şaha kalkmışlığında ..
Umutlarımın, yaşama sevincimin …
Bitip-tükenmeyen coşkumun sürüp-savurmuşluğuyla ..
Ama, azda çok bildiğimi sanmanın pervasızlığı ..
Üstelik cahil korkusuzluğumun o engellenemez delişmenliğiyle ..
Ben, mutluluğun hep başka yerde, o bilinmez alemlerde ..
O ulu, ulu Kaf dağlarının …
Engin ve muammalı ummanların derinliğinde saklı olduğunu sanmışlığımla ..
Heyecanlarımın, dürtülerimi …
Dürtülerimin, merakımı ..
Merakımın, sınır tanımazlığımı tetiklemişliğimde …
İçimin, içime sığmamışlığında ..
Olgunluk denen kereveti o çağda, henüz…
Hiç mi hiç bilip, keşfedememişliğimle …
O çağdaki bana göre, hep uzak ellerde, başka coğrafyalarda ..
Bilinmez iklimlerde ve uçsuz-bucaksız düş atlasımın meçhul bir yerindeydi…
Gözlerimi kamaştırıp,
Beni aslan yürekli kılan, Donkişotlaştıran …
Mutluluk denen, o meçhul hazine …!
Mutluluğu keşfetmek dürtüsüyle …
Bana göz kırpan her yıldıza akın, akın seferler düzenliyor …
Dağ kovuklarında tünüyor ..
Hayal sahramın, seraplarında kayboluyordum ..
Çocukluk ve gençlik sarmalının uçarı haylazlıklarında nefes ve ömür tüketerek ..
Ben onu görüp, bulamamaktan yorgun-argın düşüp ..
Sere-serpe savrulup yattığım, doğanın koynunda…
Kah, yıldızlar göz kırparak onun yurdunu işmar ediyor…
Kah, şarkı, şarkı uğuldayan rüzgar ona dair bir şeyler fısıldıyordu kulağıma ..
Ama yetmeyen kıt-kanaat sağ duyumun yetmemişliğinden ..
Yada, ayaklarımın yere basmaları henüz öğrenememişliğimden olsa gerek ..
Mutluluğun yerine dair bu ip uçlarından bir sonuç elde edemiyor ..
Sonsuz keşiflerin yorgunluklarında yıllar, ömür, beden ve zaman eskitiyordum, zaman…
Ey gençlik, nasılda güzel yeldi, başımda esen ….
Zaman ırmağında yıkanarak yenilediğim ruhum, hala azmini ve inancını yitirmemiş ..
Gönlüm, seyyahlıktan ve serüvencilikten vazgeçmemişti ..
Mutluluk denen o eceyi keşfedip, o meçhulü zapt etmeye çalışmaktan..
Yıllar ve zaman bana tecrübeyi armağan ettikçe…
Şimdi Kemale eren ömrüm ve yorulan bedenimle ..
Olgunluk, ruhuma ve omuzlarıma çöktükçe anladım ve fark ettim ki sonunda..
Aradığım o ülke, vazgeçemediğim define,
Peşinde sürüklendiğim, o mucize…
Fethetmek ve zapt etmek savaşına koyulduğum ….
Mutluluk denen, o göz kamaştırıcı cevher, bende saklı hazineydi aslında …
Dahası ….
Avuçlarımın arasındaydı daima ve daima …..
Avuçlarımın arasındaydı daima ve daima …..

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Altınoluk /Edremit
04/08/2015
Saat: 02_20

DÜŞÜYORDUN , ÖMRÜME VE GECEME, DÜŞ, DÜŞ …!

Gidişinin üzerinden kaç zaman, kaç mevsim ….
Aydınlığa gebe, kaç karanlık ….
Eteklerinde, güneşten topladığı nurlarla, kaç günlük-güneşlik ….
Yaşama sevinci muştulu, hava ve zamanla bezeli …
Işıl, ışıl şavklı gün aydınlığı ..
Bırakıp gidenlerden arda kalan, anılar demeti ..
Hazan ve hüzün nişanesi, solgun yaprak yığını …
Un-ufak olmuş, sevinçler, düşler ..
Yürekten ve ruhtan neşe ve umutla, mutlulukla taşan …
İç ısıtan gülüş güzelliği gelip, geçti ..
Özcesi, zamana sığamayan ömürler, ölümler, bedenler…
Yitikliğin kekremsi tatlarıyla bezeli, gönül ve yürek sancıları ..
İçe işleyen nice, nice ömür ve ölüm acıları yaşadı ve yaşandı …
Ve, hala bunca zamana inat, senin o sessiz adımlarınla çoğalan ayak seslerin kaldı ..
Hiç mi hiç unutulmamacasına, silinmemecesine …
Üstelik ömürden, ömür’ e, anı, anı taşıp, taşınmışlığında ..
Tazeliğinden ve canlılığından en ufak bir şey yitirmemişliğinde …
Hala, kulaklarımızda ve gözlerimizde …
Canlı mı canlı hükmünü sürdürmüşlüğünde ..!
Bozkırın, bu tozlu-topraklı yollarında …
Kaya bağrından fışkıran göze, göze pınarlarda çoğalan ..
İkircikli ama durumu duru çağıldayan su seslerinde ,
Telaşlı ömür öykülerinin, rengarenk çoğalmışlığında ..
Akıp giden zaman ırmağına inat, günlerin ve ömürlerin bağrına ..
Örümcek ağlarına takılı kalan nesneler misali, tutulup kalmışlığıyla…
Salım, salım sallanıp kafa tutuşlara soyunmuşluğuyla ..
Çıkartarak, kaybedecek bir şeyi olmadığının keyfini
İçerek ağır, ağır zamanı ve günlerin, ömürlerin, hayatın meyini …
Yaşıyor işte, yaşamak denirse elbette buna ?
Kurulmuşluğuyla ölüm ve ömür salıncağının ..
Aheste, aheste yayılan sessizliğinde ,
Aşinalıklar ve kanıksamalar sarmalının, kahreden renksizliğinde !
Havanın alaz, alaz sıcaklarına , gecenin alaca karanlığına ..
Zemherinin yürek, beden ve ömür titretip,
Dondurarak, hayat soldurup, canlar almışlığında ..
Yada, bereketli nisan yağmurlarında ..
Cemre güzelliklerle can suyu olup, hayatlara yayılmışlığında ..
Ab-ı hayat güzellikleri sunarak körpe filizlerle..
Tomurcuk , tomurcuk yeni ömür güzellikleri muştulamışlığında !
Gök, kah alev topu kesmiş güneş yakıcılığına ..
Kah salkım-saçak yağmur ve rüzgar güzelliğine teslim olup ..
Sunarken hayatlara mavi atlas güzelliğini ve cömertliğini ..
Bağrında ne kahkahalar,ne ağıtlar ..
Coşkulu, ihtiraslı sevişme ve gülüş fısıltıları çoğaltırken ..
Semanın cıncık, cıncık ışıldayan kandilleri ,
Ona kucak açan evreni, alımlı, alımlı selamlarken ..
Arzın bağrında, nice, nice hayat ışıkları yanıp, yanıp, sönerken !
Bereketsiz, kudümsüz-bahtsız çorak topraklar misali ..
Çabaların boşunadır seninde ….
İstesen de dönemezsin, varlık meyini içemezsin ..
Olsa, olsa anılara tutsaklıklarda öylece ulu-orta ömür tüketirsin, ömür ..
Ömürlerdeki ve anılardaki o bitimsiz ömür uzunluğu ve yorgunluğunda ..
Etine-bedenine iz, iz gömülerek, içine işleyen acıya kaynak …
O mora kesen tırnaklarına, kan oturmacasına avuç ve beden sıkmışlığınla ..
An geliyor alnını, an geliyor toprağı-kayayı, havayı yumrukluyordun
Geceleri gündüze, zamanları, zamanlara zincir edip bağlamışlığınla ..
Ümitsiz, bitap ve bedbahttın …
Benden gayrı ne aşinalığın, ne aşığın nede eşin –dostun ..
Dahası, daldasız-duldasız ve arkasız-kalesizliğinde, bir bekleyenin
Gölgesinde soluklanacak bir çınar gölgen,
Sığınacağın, sıtır edeceğin saçak altın …
Sineceğin, merdiven altı karanlığın bile yoktu !
Üryan, naçar ve göz önüydün,göz önü ..
Gözlerin bakıp ta, görmemişliğinde …
Seni, hiç mi hiç fark etmemişliğinde ..
Sefaletin rezil kızı aylaklık misali, kaldırıp koyuvermiştin kendini ..
Kokuşmuş bir kadavra külçesi misali …
İfrit, ifrit kokarak, genizleri yakan leş çekilmezliği gibi ..
Öylece oracıkta , kanını içiyordu sefil vampir ve yarasa iştahıyla ..
Zaman, gün ve karanlık, senin ..
Elinden bir şey gelememişliğin, zavallı teslimeyetçiliğiyle ..
Hunhardı zaman, melanetti gecenin meşum karanlığı ..
El-etek çekmişti ay bile ,alıpta başını gitmişliğiyle ..
Seni, yalnızlığın ürkütücülüğüne terk etmişliğinde ..
Bir ben kalakalmıştım sana, yakın ..
Bir ben, sana tutukluğum ve tutsaklığımla ..
Sevdana kesilmişliğin pençesinde, kan-revan kıvranışlarla kala kalmışlığımda !
Bizarlıklarda inim, inim inlerken sen öylece oracıkta ..
Fısıltı, fısıltı..
Sızı, sızı…
İnilti, inilti
Samranıyordun, korkuların ve sanrıların bağrında ..
Gözlerinin önünde çoğalan, o heyula gölgelerin ve siluetlerin …
Seni, acımasız ve ceberuttça kuşatmışlığında ..
Tespih böceğini bile kıskandırmacasına ufalıp, tor-topar olmuşluğun da ..
Düşerken, için, için, uçurum, uçurum ..
İçiyordun, elemin o lanetli, o ölümcül ağusunu !
Kimim ben, bendeki ben, nerede ?
Ya, çekip çıkartayım ben, beni kayya kuyumdan ..
Ya da, bir kaya gibi yuvarlayayım kendimi ..
Dağdan düşen, taşlar misali !
Karanlıklar yurdu, ölüm yatağı, şu dipsiz uçurumdan ..
Sesin çınlamacasına gecenin karanlığında, kayalarda ve vadide ..
Sessiz çığlıklarımı, sana yoldaş etmişliğimde, benim ..!
Bıktığım ölü sessizliğine ve mezar sükununa son vererek ..
Afakı ve irademi yararak, beni saran çığlığınla ..
Uyandırıyordun, duygularımı ..
Tetikliyordun, acılarımı ..
Kamçı acısı misali vurarak yüzüme ,
Böyleliğimde irkilip, diriliyordum adeta..
Yeniden ve bir daha , bir daha seninle , bende..
Çığlık, çığlığa ..
Yar yamaçlarının, kaya kuytularının, ömürler yutan meşum karanlığında ..
Uykularımın sence korku, korku, çığlık, çığlık ..
İsyan, isyan..
Haykırış, haykırış bölünmüşlüğünde ..!
Kollarımdaki o, olmayan senin çoğalan ağırlığını taşımaktan bitap düşmüşlüğümle ..
Düşüyordun, ömrüme ve geceme,
Düş, düş, korku, korku ve karaltı iticiliğinde …!
Düş, düş, korku, korku ve karaltı iticiliğinde …!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Altınoluk / Edremit
04 / 08 / 2015
Saat; 16_45

YOK Kİ ….!
İliklerimde dolaşan, cansuyumsun ..
Gözümü açtığım sabah, yüreğime koyduğum sevinç ..
Gönül azığımdaki umutsun, sen ….
Tüm açmazlarımın kaynağı, çıkmaz sokaklarımın derinliği olsan da …
Bu hesapsız-kitapsız, umarsız ..
Uçar'sız-kaçar'sız sevgi müptelalığımla ..
Yürüdüğüm menzil, vazgeçemediğim ereğimsin sen ..
Adın, aşkın, ömrüme ömür, dilime tespih, ufkuma güneşsin ..
Yok ki başka bir hayat ve alem ..
Sensizliğin kör kuyu karanlıklarında, ömür tükettirip …
Zindanların Yusuf’una döndürse de beni …
Vazgeçemediğimsin yinede sen ..
Aklımın arka sokağı, fikrimin ince gülü …
İçinden çıkmaları bilip-beceremediğim, kozamsın …
Eşi-benzeri yok, ondandır tarifsizliği sana tutkumun ..
Ondandır, hasretinde aşk büyütmelerim..
Varlığımın, erincimin, hazlarımın kaynağısın ..
Yok ki, başka hesabı, tarifi bu işin ..
Adı üstünde, aşk bu …
İki kere ikinin, her zaman dört etmemişliği ..
Doğru denen hesapların, yanlış çıkması…..
Aşka, hayata ve insana dairdir ..
Ondandır işte, aşkın albenisi ve insanı sürüp-savurması ..
Aşk, ne hesaba-kitaba, nede kalıba girer …
Evdeki hesapların çarşıya uymamışlığı gibi ..
Aykırılığı ve albenisiyle girdabında ömrü ve ruhu yutması ..
Gün tükettirip, ömür eskittirmesi bile vız gelip-tırıs gider seven için .
Ben aşka, aşkla sana vurulup, müptelan olalı ..
Zıpkın yemiş, vurgunlarda ömür tüketmiş Zargana misali ..
İflah olmazlığımda, divane kesilmişliğimle ..
Sana yürürüm, sana, aşk oduyla yana, yana ..
Öğrendiğim, bilip-bellediğim,unutamadığım ..
Kördüğüm olup çözülememişliğimde, sana bağlanmışlığımla ..
Semahımda sana, tavafım da sana, isyanımda ..
İpeğe donanan ibrişim misali donanıp bezeneli, aşkla sana ..
Yok ki kurtuluşum, aşktan ve senden ..
Adım aşka, adın aşkla ömrüme yazılalı ..
Gecemde sen, gündüzüm de ….
Bilmedim ne başka alem, nede başka mevsim ..
Varımın da, yoğumun da sen olmuşluğun da …
Aşkla sana vurgunluğum da ..
Yok ki başka iklim, yok ki başka mevsim
Bende tek mevsim, sensin ….!
Bende tek mevsim, sensin ….!
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Altınoluk / Edremit
04 / 08 / 2015
Saat ; 01_10

10 Temmuz 2015 Cuma

Kardelen ömürler.Gönülden gönüle bir gizli yol vardır.: KIRIK, DÖKÜK BİR ÖMÜR ÖYKÜSÜ…Bunalımın en ağırını...

Kardelen ömürler.Gönülden gönüle bir gizli yol vardır.: KIRIK, DÖKÜK BİR ÖMÜR ÖYKÜSÜ…
Bunalımın en ağırını...
: KIRIK, DÖKÜK BİR ÖMÜR ÖYKÜSÜ… Bunalımın en ağırını yaşadığı evin duvarları.. Üzerine , üzerine yıkılıyor.. Boğazına sarılan görün...

Kardelen ömürler.Gönülden gönüle bir gizli yol vardır.: KIRIK, DÖKÜK BİR ÖMÜR ÖYKÜSÜ…Bunalımın en ağırını...

Kardelen ömürler.Gönülden gönüle bir gizli yol vardır.: KIRIK, DÖKÜK BİR ÖMÜR ÖYKÜSÜ…
Bunalımın en ağırını...
: KIRIK, DÖKÜK BİR ÖMÜR ÖYKÜSÜ… Bunalımın en ağırını yaşadığı evin duvarları.. Üzerine , üzerine yıkılıyor.. Boğazına sarılan görün...
KIRIK, DÖKÜK BİR ÖMÜR ÖYKÜSÜ…

Bunalımın en ağırını yaşadığı evin duvarları..
Üzerine , üzerine yıkılıyor..
Boğazına sarılan görünmez bir çift , onu nefessiz koyarak..
Onun canhıraş çaba ve haykırışlarına kulak tıkayarak…
Canına kast ediyordu..
Üvey evlatlığın ağır ve kişiliğini, tahammülünü bitiren zulmü..
Onu , adeta kaçmalara zorluyor,tutsak ediyordu..
Kurtuluşu firarda, çareyi ırak ellere,yerlere uçmakta arıyordu..
Günlerin Karabasan lığın da,artık tak etti canına ..
Son vermek için çektiği bu zulme,acıya ..
Attı gecenin karanlığında kendini ..
Aç kurtların sofra kurduğu ..
Şeytani tuzakların kurulup,tehlikenin kol gezdiği sokaklara..
Firarının ilk gecesinde ..
Gecenin mavi atlasının…
Ayıplı karanlık ve karaltıları sarıp-sarmalamış lığın da..
Yumarak gözlerini,sıkarak dişlerini uçtu yuvadan..
Merak edip, arayıp-sormamış'lığında kimselerin,ardından
Kanadı kırık kuş azaplarının sancılarıyla..
Kartal saldırılarına açık ve savunmasızlık ta..
Tam ‘’-Huh ‘’ deyip, kurtuluşuna inanıp sevinecekti ki..
Düştü evindeki günleri aratacak..
Onlara el-aman dedirtecek , azman canavarların tuzağına..
Girdiler daha on ikisine bile varmamış'lığında kanına ..!
Kıydılar, onun gonca ömrüne…
Yaşamın baharında,hüzün kasırgalarına tutulmuşlukla..
Boyalı basının, paçavra bulvar gazetelerinin arka sayfa haberlerinde.
Bir puntoluk, satırlık bir habere sığmışlığında..
Koptu hayattan..
İğfal ve katledilmenin kanlı saldırısında..
Kaderdi adı,gülmeyen kaderliğinde..
Ardında kalan kırık-dökük çileli bir hayatın kurban ve mağdurluğuyla..
Yitik ömür öyküsünün karalara bürünmüş sahipliğinde ..
Hiç mi hiç sahip çıkanın,kol-kanat gereninin ..
Dertlerine derman,azaplarına çare olanın yokluğunda ..
Mutluluk nedir tadıp, tanıyamamanın hüsranların da …
Çileli hayatın kurbanlığın da, gömülüp gitti kara toprağa ..
Gömülüp gitti kara toprağa ..

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Altınoluk/Edremit
10/02/2014
Saat;11_16

6 Temmuz 2015 Pazartesi


YOSMA GECELER ….,
En şuh, en isterik, en kışkırtıcı halleriyle .. Davetkar mı davetkar, pervasız mı pervasızdır … Açar koynunu bana, o en cömert ve albenili haliyle .. Dilimin-damağımın tutulmuşluğunda .. Uzanıveririm kimi an, koynuna .. Sarı-sıcak halleriyle, beni sarıp-sarmalamışlığında .. Örterek karanlığında .. Tüm yetisizliklerimi, yetersizliklerimi, ayıp ve utançlarımı .. Şal olup örtülür üstüme, en şefkatli ve cömert halleriyle .. Bu, yosma geceler … Kendimi ifadeden bile aciz hallerimde, giriverir kanıma .. Ben, küheylan kesilirim, işte o anda … Yılgınlığımdan, aczim den ve naçarlığımdan… Dahası … O, onulmaz sünepeliğimden …! Bir yılanın kavından soyunuşu misali, soyunarak .. Yeniden hayatı selamlayışı halleriyle, Selamlarım onu, hayatı ve aşkı, arzu ve iştahla ..! Hele birde, kafam iyi, keyfim çakır ve gıcırsa .. Gönlüm, aşka susamışlıkla .. Güle aşık bülbüllüklere öykünüp … Aşka ve sevgiliye yelken açışlara koyulmuşsa .. O zaman değmeyin işte, ne bana .. Nede beni böyle baştan çıkartan .. En müphem yer ve hallerini bana sunan, bu yosma geceye .. Kadehler boşaltırım bağrında .. Kapıldığım aşk esrikliklerinin .. O, en romantik, en utangaç, en şıpsevdi halleriyle .. Döşenirim onun bağrında .. Lal olmuş dilimin, çözülüp .. Yüreğimin taşıp, dilimin söylemişliğinde .. Şiir, şiir, şarkı, şarkı, methiye, methiye .. Duygu, duygu, hece, hece …… Kelam, kelam coşarak,dolup, dolup , boşalmışlığımda .. Aşka,hayata ve insana dair, ne kadar sıcak, sevecen ….. Güzel mi güzel duygu ve söz dillendirmişliğimde …. Böyleliğimde …., Değmeyin gitsin, keyfime ! İşte tamda bu hallerimde …. Semanın kandillerini sererek ayaklarıma …. Alarak aklımı başımdan, İhtiras, ihtiras , apansız kavrar, ahtapot misali sararak . Nefes, nefes dolar içime, sıcacık soluğuyla . Olanca albenisiyle, tepeden tırnağa aşka kesilmişliğimde ! Dur-durak bilmemişliklerde … İyiden-iyiye kanıma girip, baştan çıkartır, beni .. Kul köle eder beni , sevgiye,seviye ve hayata.. En işveli, en endamlı, en alımlı halleri Ve, dayanılmaz kışkırtıcılığıyla .. Bu, yosma geceler, beni …! Bu, yosma geceler, beni …! Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ Altınoluk/Edremit 06/07/2015 Saat ; 21_45

5 Temmuz 2015 Pazar

Nereden… Nereye !
Eskiyi kutsamak ve kabuk bağlamış yarayı ...
Derinleşen olursuz özlemleri, kaşımak değildir meramım ..
Zira, bilirim ki …..
Eskiye rağbet olsa, bit pazarına nurlar yağar, derler ..
Ama, öylesine anlar yaşanıp ….
İnsanlığın dibe vurarak, utancın kara dalgalarında boğulduğunda ..
İnsanın nutkunun tutulduğu, sözün bittiği hallerde ..
Dönüp, düne ve geriye bakmamak elde olmuyor, hani ‘ya ..
Dün, nasıl yaşanıyordu ?
Hangi eller itti, insanlığı bu çirkef kuyularına ?
Kimler, nasıl acımasızca ve hunharca geçti ..
Üstelikte, göz önündeyken ve dahası çaktırmadan ….
Kaşla-göz arasında, el çabukluğu ve vicdansızlıklar da, insanlığın ırzına diye ..!
Aileler, yükselttikçe sevgisizlik ve nefret duvarını..
Şefkat ve hoş görü alıp’ ta başını, firar edince …
Dönmemecesine o, bilinmez meçhul uzak atlaslara ..!
Devlet, tüm ceberutluğu ve umacılığıyla çöktükçe..
Hayatların üstüne, üstüne devrilip …
Onları, naçarlık ve korkuda boğmacasına ..
Düşler, talanda iğdiş edilip .
Umutlar, nefret bataklığında boğuldukça ..
Hırs kamçılarının, beden ve ruhlarda şaklayıp ..
Derin yaralar açarak, ihaneti şaha kaldırmışlığında ..
Süt ak'lığını, su saflığını ..
Tuz, kuruluğunu kaybettikçe ..
İnsanoğlu, insanlığını yitirdikçe ..
Vicdan, el-ayak çekince ortalıklardan ..
Pirina balıklarının, çakalların ve sırtlanların ulu-orta, hayatları talanında !
İtildikçe çocuk ömürler, bedbahtlıkta sokağa ..
Yutuveriyor, suç denen canavarlar ..
Karanlığın çetelerinin, ahtapot kolları onları bir anda, acımasızca .
Bugünün,kalabalıkların katlanılmaz yalnızlıkları yaratmışlığında …
İnsanlığa, akla ve hayata aykırılıklarda suçun, suçluların çoğalıp ..
Özde değil, sözde insan geçinen ..
Türedi soysuz bedenlerin, insanlığa musallat olmuşluğun da ...
Oysa, sevgi sıcaklığında hala belleğimizde duran ,
Dünümüzün, çocuksu, masumane ak'lığıyla ..
Anılarımızda en canlı, en sevecen haliyle yer almışlığın da ..
Tapa tazeliklerde, anımsamışlığımızda ..
Dün, düşen kaldırılır ..
Alın terine, emeğe, ekmeğe ..
Kutsallara saygı duyulurdu, duyarlılıkla ..
Namus, inmemişti akıllardan,yüreklerden, apış arasına ..
At izi, karışmamışken it izine, daha bunca ..
Çakal sürüleri, yatmaya cesaret edemiyordu, pusuya ..!
Puşt zulasında gezdirilmiyordu ihanet, arsızlığıyla ..
Akı, karanlıkta..
Güzeli, iyiyi çirkeflik ve zulümde boğmaya..
Bugünün aksine, kötü ve kötülük..
Bir elin parmaklarıyla sayılmacasına az mı azdı o zamanlar da …
Mayası ve sütü bozuklar, teşhir ve tecritle kovuluyordu, halkın arasından …
Günlerin, gelip geçmişliğin de..
Derken, hayatın meşakkatleri ve azaplarında..
Akıp giden zaman ırmağının kirlenen, boz-bulanık suyunda..
Aşındı değerler, piçi ve çıfıtı çıktı insanın, insanlığın .!
Kol kırılır, yen içinde kalır, riyakarlığıyla ….
Suçlar, günahlar, ihanetler ..
Ayıplar ve utançtan yüz kızartan, yalan-dolanlar ..
Büyüttüler mikrobu, toplumun bağrında …
Yiyerek çürütüyordu, dolaşan irinler, insanlığın dokusunu ..
Sinsice sararak tüm vücudu, tepeden-tırnağa ..
Şimdi, asırlar yirmi birinci yüzyıl, tarihler iki bin on beş başında !
Sokaklar, kaldırımlar, çöp bidonları dolup, dolup taşıyor..
Faili meçhul cinayetlerin muammalı azaplarında, can vermişliklerde
Kesik insan cesetleriyle, beden artıklarıyla ulu orta !
Gonca güllerin tomurcuk çağında, talan olmuşluğun da..
Kadın ömürlere kıyılıyor, kadın ömürlere, sadistçe ve canavarca …!
Değerlerin, insanlığın sömürü ve sevgisizlikler de ,
İstismarda süren, arsızca, utanmazca talanlarında !
Ülkemin, insanımın Cinnet Toplumu olup çıkmışlığın da ..
Sevgisizlik, nefret ve intikam kasırgalarının ..
Sahraya dönen ülke ve ömür coğrafyalarını talanında !
Acılardan, acılara savrulmuşluğumuzla ..
Sancılı ve kaos dolu yalnızlığa tutsak hayatların ..
Hayatı ıskalamışlığında, kolu-kanadı kırılıp ..
Dalda’sız - dulda’sız, sevgisizlikler de, korkularda …
Umutsuzluk, elem ve hiçlik erozyonlarının onu yutmuşluğunda ,
Hüsranların ahtapotluğunda, ölümüne sarılıp, sarmalanmışlığında ..
Derdiğim solmuş gül yaprağı kuruluğunda ki….
Dağılmalarla, un –ufak olduğum pişmanlıklar da ..
Yitikliğin, kezzap olup beni yakıp-kavurmuşluğunda
Dönüp bakmışlığım da, ömür aynama..
Dudaklarımdan dökülüyor, sessizce usul, usul ortaya ..
Bir, Nisan yağmuru duruluğuyla..
Kah masum, kah suçluluk ve azapla.
Soruyorum, kendime en masumane çocuksu meraklı, afacanlığımla .
Olgu halimdeki halimle aklıma, belleğime, dürtülerime gem vuramamışlığımla …!
Nereden nereye geldik diye (?), nutkum tutulmuşluğunda …!
Nereden nereye geldik diye (?), nutkum tutulmuşluğunda …!
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Altınoluk / Edremit
19 / 02 / 2015
Saat;13_38


GÖZ BEBEKLERİNDE SAKLIDIR, KORKULARIN ....!

  İmrentiyi, tiksintiye , zoru, kolaya, kolayı, zora, oluru, olmaza, olanaklıyı, olanaksız, sevgiyi, nefrete döndüren ...... Hükmeden ve boy...