12 Şubat 2020 Çarşamba


TAŞ DUVARLARIN, KAPALI KÖR PENCERELERİN BAĞRINDA ...,

Tarih, insan ve sevgi kokan ..
Eskimeye yüz tutmuşluğun da hayata ve zamana direnen taş duvarda, demir kapı, kör pencerede..
Derz de, tahtada ,mıh 'ta, sıvada ömürlerden izler asılı durur ...
Tarihin, zamanın bağrında ...
Rüzgar vurup, yağmur ıslatıp, taşların bağrına, bağrına yılların işlem işliğinde ...
Dillenir taşlar, tahtalar, duvarlar kör-kapalı pencereler ..
Sessizliğin sesi ve yürek diliyle ...
Tarihten ve ömürlerden sinen, suskun ve mühürlü sözcüklerin ....
Taş duvarların, kapalı kör pencerelerin bağrında asılı kalmışlığında ....!
Taş duvarların, kapalı kör pencerelerin bağrında asılı kalmışlığında ....!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Ereğli / Konya

12 / 02 / 2018

Saat ; 13_50

11 Şubat 2020 Salı

İŞTE, BU YOKTU HESAPTA ..!

Tam inanıp, güvenmiş iken ..
Hesapsız, kitapsız kalbimi sana vermişken .
Zamansız, apansız, üstelik vedasız ..
Çekip gittin, bir anda …
İşte bu yoktu hesapta !
Hem, kendine ….
Hem, bana …
Bil ki, en çokta..
Bu aşka, yazık ettin …
Hep vesveselerine, kuşkularına yenildin .
Oysa ben, hep yürekten sevmiştim .
Gördüğüm ilk andan beri, tutukluydum hep sende ..
Sen, kapris çiçeği ..
Olursuz aşkların, uçarı kelebeği ..
Rengarenk, rüzgar gülü ..
Dur-durak bilmeyen, ikircekli, ürkek serçe ..!
Sevmeleri oyun, aşkı masal …
Sözlerimi, maval saydın …
Kendin çalıp, kendin oynadın ..
Ardında, kırık kalp …
Çalınan düşler, karartılan günler ..
Boynu bükük, yüreği yaralı ömürler …
Hicranlı gönüller, elemli ruhlar bıraktın ..
Aşka yüreğin yetmeyince, hiç ardına bakmadan ..
Sen, yüreksiz, iflahsız ..
Sen, biçare tabansız ,
Kaçıp gittin, firar ettin, dur-duraksız …
Zamansız, apansız, üstelik vedasız ..
Çekip gittin, bir anda …
İşte, bu yoktu hesapta ….!
İşte, bu yoktu hesapta ….!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Ereğli / KONYA
19 / 11 / 2015

10 Şubat 2020 Pazartesi

KÜLE DÖNDÜRDÜK...
Coşku,sevinç ve haz diye avuçladıklarım, hüzün alevleri olup, hüsran yangınına, döndü ...
Bumerang olup,ömrümü, ruhumu vurdu ...
Ondandır, sönmeyen yangınların dumanı, közü, kıvılcımıyım ..
İçin, için bir yangın, sürer içimde
Bilirim,iflah etmez bu yangın beni ..
Eninde-sonunda ...
Ya, küllerimden dirilip, Zümrüdü Anka gibi, erişeceğim ben, bana ve yarınlara ...
Yada, alevim,dumanım, erişecek arşa ..
Mahşerin harına karışacak, sonunda ...
Yok, bir üçüncü yol ..
Ya herro, ya merrolar da, un ufak edip, küle döndürdük, ömrü ....!
Küle döndürdük, ömrü .....!
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Ereğli / KONYA
18/07/2018
Saat ; 10_28
SUYA DÜŞEN HÜZÜN...

Ömrümün mevsimiydi, hazan ...
Ruhum soyundukça, üryanlıklara ...
Suya düştü hüzünlerim, yaprak, yaprak ...!
Suya düştü hüzünlerim, yaprak, yaprak …!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Altınoluk / Edremit
09 / 02 / 2015
Saat; 20_26
YOKSA ……

Yoksa edebi-adabı, haysiyeti, hele ki de, vicdanıyla, onuru …
Arı-namusu çivilemişse, kah duvara, kah tavana …
İnsani değerler ve karakter adına unu eleyip,eleği duvara asarak …
Boş vermişse, kayış atmışsa her bir değer,devinim ve ilkeye…
İflas etmişse haysiyet fukaralığında ..
Üstelik birde soyunmuşsa, arsız-arsız sırıtarak yavşaklıkla ...
Koyulmuşsa, haysiyet cellatlığına ….
Ömür tüketmişse yankesicilik ve cambaza bak üç kağıtçılıkla ..
Kraldan çok, kralcılıkları karakter ve hayat biçimi yapmışsa …
Sen, sen ol ve unutma ki ….
Yoksa kutsalı, ne yapsan-ne etsen nafiledir, nafile..
Şimşir gibi sıyrılmışsa yüzü, böylesine, ne söz para eder, ne uyarı yada nasihat …
Bunlar için, ne ederi vardır sözün, şerefin, insanlığın …
Ne vefanın, sadakatin nede namusun ve izzeti nefsin …
Çünkü bunları tanımayacak kadar kaypak ve bukalemun …
Hatta ve hatta yavrularını yerken, riyada göz yaşı döken timsahlara taç çıkartan ceberutluklarıyla ….
Sıfırı tüketmiş, insanlığın içine etmiş lağım fareleri ve at kıçındaki kenelerdir, keneler …
Asalaklık bataklığında, tepelerinden tırnaklarına kadar şirretlik ve mendaburluk akar ….
Beklenir her madrabazlık,musibet , kerahatlık, böylelerinden..
Onlar ki, düşmandır, düşman ….
Hem de, en yeminli ve azılısından, düşmandır
Her insani ve erdemli değere, hele ki de sevgiye, seviye, saygıya , barışa …
Nefretin biley çarkında kin çoğaltır, insanlığa musallat zombiliklerinde …
İllet saçarlar illet insana ve kainata …
Dahası, insana düşmanlıklarıyla, ayrık otlukları ve zehirli hayın, yılan,çıyanlıklarıyla …
Kainatın ve onurun,barışın,sevginin köküne kibrit suyu dökendirler , böylesi azman ucubeler ……
Kişisel istikbal, makam, mevkii, şan, şöhret ve taht, taç, iktidar
uğruna ….
İhanette işbirliği yapan, şeytanla yatağa giren …
Azman ve aymaz deyyuslar, düşkünler güruhu ve uzantılarıdır.
Onlar ki, ekmek ,aş yediği çanağa horluklarda ihanet ederken ..
İnsanlıktan nasipsiz fukaralıkları ve cücelikleriyle kuburlara müstehak …..
İpsiz-sapsız, iflahsızlar tayfası paçavra ve paryalar dır ..
Kimisi, takla atar, hokkabazlıklar da, egemenin huzurunda ..
Kimisi, şaklabanlığa soyunmaktan utanç duymaz, kralın soytarılığında …
Satarak kendilerini, delikli kuruşa ….
Sırf parsadan ve talandan nemalanmak için ….
Kokuşmuş, çürümüş korku ve karanlıklar kralından ve krallığın onlara attığı kemik ve dökülen yallarından ..
Tuzlarının kuruluğunda, üstelik ellerini soğuk sudan, sıcak suya vurmamacasına ….
Aymazlık, vurdum duymazlık, beyyarlık ve asalaklıklarda …
Kan emip, geviş getirerek, semirilmelerde, dal-budak salarak ..
Hayatları mahvedip, umutları, düşleri ve yarınları çalarak …
Yan gelip yatmalarda ve at kıçındaki kenelerden de beter nusibetliklerde, ucubeliklerde, ömür tüketirler, ömür ….!
Helaklıkların ve telefliklerin çürümüşlüğünde….
Kainata, insanlığa ve kutsallarla-moral değerlere virüsler saçmacasına …
Burunlarının dikine sürdürdükleri süprüntülüklerde ….
İhtiras,ego ve saplantılarının girdabında, soyundukları soysuzluklarda ..
Kana girip, ömürleri talan ve mahvedip ….
Hatta, şuursuz –us dışı ceberutluklarıyla …
Halkı katletmekten, ülkeyi ve insanlığı mahvetmekten geri durmaz …..
Dahası, bundan megalomanyakça zevk alan, bu tekfur özentili ….
Yarasa kılıklı narsist, cani ,ceberutlar ..
Dilsiz şeytanın suç ortaklığını iş ve geçim kapısı …
Tek hayat şekli yapan, ne idüğü belirsiz meczup cünüp-cenabetler güruhu ..
Koyulurlar ….
Kulu, yaradan la aldatarak, softalık ve yobazlıkların karanlığında …
Masum sabi-sübyan bebelerin, ırzına geçmelerin iğrenç kerahatlıklarında ..
Canilik ve cehalet, ilbizlilik büyütür ve zehir saçarlar ….
Ocaklara incir ağacı dikerek insana ve insana musallatlıklarda …
Zapt edip, Deli Dumrulluklarda mekan tuttukları köprü ve su başlarında …
Soyup-soğana çevirerek, insanı, insanlığı ve hayatları mahvederler,
Kapı köpekliğin de, kula kulluklar da ömür tüketirken …
Kendilerine kullar ve kurbanlar peydahlamanın dalaverelerinden de uzak durmaz ve nemalanmaya bakarak ..
Bir yanda, el ovuştururken, öte yandan akıllarınca ulufeler dağıtarak …
Kendilerinden de düşkün ve yek ekmeğe muhtaç besleme sefil kalabalıklardan ….
‘’ - İtten beslenen, bit …’’ liklerine aldırmadan …
Akıllarınca, kendi kara düzenlerini ve ne idüğü belirsiz ucube soyguncu diktalarını bina etmeye, yeltenirler ….
Yoksa, insanlığın esamesi, uğramamışsa yakın semtlerine …
Nankörlükler ve ihanetler bataklığında çürümüşlüklerinda ..
Haramiliklerin ayakçılığını, borazancı başılığını yapmaktan geri durmaz ..
Yoksa, mayasında ve hamurunda, çamurunda insanlık ..
Aslını inkar eden haramzadeliklerde, koyulur Ali Kıran, Baş kesenliğe …
Alçalmada sınır tanımamışlıklarıyla …
Kral kapısında, köçek …..
Düşkünler mahallesinde, çeribaşı …
Savunmasız, dilsizler zindanında cellat kesilirler..
Yoksa, birinde zerre kadar insanlıktan nasip, kursağında bir kıdım helal lokma ….
Soy-sop,secere, hele ki de helal süt emmişlik …
İnsanın çiy süt emmişliğin den nemalanan nakaratlarda çoğalan ….
Fesatlık, namertlik, iflah olmaz kirlilik ve bellek bulanıklığı …
Cibilliyetsizliklerde, tirit suyuna, insan kanını karıştırarak vampirlik ve yarasalıklarda ..
Ölüm saçarlar, ölüm ..
Aydınlığa ve sevgiye diş bileyerek çoğalttıkları, düşmanlıklarda ..
Böylesi haysiyetsizliklerde ….
Yoksa, insan kursağında yatmanın, tek kırıntısı …
Yoksa, akıl-izan,vicdan ve onur ..
Ne desen, ne etsen-eylesen boştur …
Böylesine dense,dense ..
‘’ - Vermeyince mabut, neylesin Mahmut …! ‘’, Denir ….
Kral çıplak gerçekliğinde, işin ve sözün, özü bu …!
Yoksa, insanlığın, erdemin ve onurun nişadırı …
Kubur küpünden öte değeri olmayan, bu kofti beden de …
Ar-namus ve onur kalay tutmaz, insanlıktan, zırnık nasip olmaz …
Namus barınmaz, böylesi zındık hergelede ….!
Namus barınmaz, böylesi zındık hergelede ….!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ / İSYANİ

Ereğli / Konya

29 / 05 / 2018

Saat ; 01_36

6 Şubat 2020 Perşembe

YİTİKTİR SEVİNÇLERİ ,TÜM ÇİÇEKLERİN..
Kırıksa dalın,budağın, kolun-kanadın ...
Açmaz olur,açsa da ölgün ve solgun olur ömrüne doyamayan çiçeklerin ...
Ölümden davet bekleyen, ömürlüklerinde ...
Umuda dair emareler yoksa zerre,zerre hücrelerinde ...
Yitiktir sevinçleri, tüm çiçeklerin ...!
Yitiktir sevinçleri, tüm çiçeklerin ...!
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ
Ereğli /KONYA
06/02/2018
Saat; 04_09
GÜNÜN EN POPÜLER, EN SIK KULLANILIP DUYULAN SÖZCÜĞÜ OLUP, ÇIKTI …
‘’ - KANDIRILDIK . ‘’
Epeydir diş bileyip duruyordu,
<< - Köylünün betimlemesiyle . >>, ‘’MUHTAR YENGE ‘’ Kezban kadın, damarına, damarına basan …
Elinden iş, kıçından çiş gelmeyen bunca yıllık kocası Murtaza’ya ….
Uyanın geçinen kendine has avanaklığıyla ,her şeyi bildiğini ve kaçın kurası, kül yutmaz Murtaza’sı olduğunu söyleyerek …
Ağzını yayarak, ileri-geri konuşmayı üstelik bir de…
‘’ –Gözümden ne bitle, pire, nede alavereyle, dalavere kaçar.... ‘’
Diyerek sanki, parmağını gözüne, gözüne dürtüyordu, Kezban hanımın ..
Tarihi bir ders vererek, en unutulmaz cinsinden haddini bildirmeye karar vererek kocasına ..
Kurdu tezgahı, ayarladı dümeni, verdi mercimeği fırına ..
Sıkıysa anlayabilirse, anlasın dı avanak ve andavallı kocası Murtaza, kurgusunu, oyununu ..
Böylesi bir durum doğarsa da ta, dünden hazırlamıştı diyeceğini, belirlemişti mazeretini, başlarındaki Uzun Reis Recep’ten …
Önüne tezgahın parçası olarak alelacele yoğuruverdiği hamurla, kepeği ve birde oklavayla, hamur tahtasını …
Dizini kırıp, kendine has ve çok yakışan SUZANELİ EDALARIYLA , çoktan çökmüştü teknenin başına …
Plan şahane, roller muntazam, artistlik tek kelimeyle süperdi bizim Kezban’da …
Beyaz tülbent in, iki kenarını atmışlıkla başına ..
Hallerin böyleliğin de alımlı ak gerdanına göz kamaştırıcı güzellikle iyiden, iyiye çıkmıştı, ortaya ..
Bakanın, bir daha bakıp, ağzının sulanmış lığın da, oynuyordu en alasından rolünü nam-ı değer Muhtar yenge …
Ellerinin hamuru, kepeği unuyla bir türküde tutturarak dudaklarına …
Ahlar, vahlar, ohlar arasında rol keserek, kusursuz hallerde döktürüyordu tüm hünerini ortaya ..
Mizansane uygunlukla işler gidiyordu tıkırında ..
Nicedir hayatında olan, ateşli toy aşığı Murat helada beklemeye koyulmuştu Kezban’ı sota da …
Öksürük, aksırık ve tık nefes hallerde tıklatarak kapıyı usulü dairesince Murtaza yenice girivermişti odaya ..
Kuş basmıştı faka, kalıyordu işin gerisini hünerle icra etmek Kezbana …
Hem kocasını karşılamak hem de bir taşla iki kuşu vurma adına göz süzüp, kıkırdayarak Kezban kalktı ayağa …
En edalı, işveli, cilveli halleri ve insanın kanına giren, kışkırtıcı sesiyle başladı konuşmaya ..
‘’ –İyi olacak hastanın, doktor ayağına gelir derlerdi de inanmazdım Murtaza..
Seni Allah gönderdi herif, şu an niyetimi ve kalbimden geçeni bilerek, inan bana ..
Çok sıkışmıştım, gidecektim ayak yoluna..
El atamadım elimin hamuru, unu, uğrasıyla uçkuruma ..
Hele bir yol el at çözüver de, ayak yoluna götüreyim Küçük Kezban ı..
İnan ki, ha ettim, ha edecem altıma ‘’
Söylenişlerle ellerini açarak uçkurunu gevşettirdi kocası gariban Murtaza’ya, doğrultarak yolunu ..
Başladığı işi bitirip, zaferi tatmak adına koyuldu telaşla tuvaletin yoluna …
Bu arada afilli tabakasından bir cigara çıkarıp yaktı kostak, kostak yürüyüp, konuşmaktan oldum olası haz alan Murtaza…
Kezban’a yardımcı olmanın gururu ve çalımıyla, havasından geçilmez haller de …
Keyiften, memnuniyetten ağzı kulaklarına varan gülümsemeyle…
Çöktü, pencere önündeki divana …
Al aşağı, ver yukarı hallerde, koyulduğu haz dolu kaldırıp, indirme mesaisinden kendini alamayan Kezban kırıtarak söylendi Murat a …
‘’ –Kandırdın, kanıma girdin yine hınzırım ..
Sorarsa Murtaza ne iş diye diyeceğim ona bizim İrecep efendi gibi ağız dolusu cevabı Murtaza’ya ..
Kandırıldım Murtaza, kandırıldım valla Murtaza ..
Kanıma girdi, işi bitirip, defteri dürdü ‘’ Diye …
Demiyor mu Reisim diye geçinen İrecep aklıyla alay ettiği, enayi yerine koyduğu millete ?
Hem de ,sık, sık …
O acıklı konuşması, iç paralayan ses tonuyla, koyulduğu kandırmaca oyununda ve üzgün haliyle , rol keserek her seferinde ..
Kandırıldık, Kandırdılar bizi..
ALLAH AFFETSİN, KANDIK YİNE ..
Bu güne bugün ülkenin baş efendisi koca UZUN REİS’i kandırılıyor iken, çok mu bir kerede Kezban’ın kandırılıp, kandırmaya kalkması ..
Ona hak ve helalde bize günah ve haram mı kandırıldığımızı söylemek ..
Kör tuttuğunu düzüyor hesabı, Uzunda sarılıyor kandırma, kandırılma malafatına ….
İştah ve hazla koyuluyor oyuna, kesiyor rolünü Alimallah, ustaca ..
Oh ne ala memleket..
Kandırılan, kandırılana ..
Kimin eli, kimin cebinde, kim masum, kim suçlu, belli olmuyor asla …
Kandıran, kandırana ortalık kanandan, kandıran dan ..
Hasılı AGA NİGİ ‘den geçilmiyor bu ara ..
Pazarına bolluk, kesesine bereket, kandıranın da, kandırıldığını avaz, avaz, meydan, meydan diyenin …
Televizyon, televizyon gezerek kendini acındıranın da ..!
Çığır açtı Uzun, çığır sonunda, memlekette, kandırılma ve kandırmada…
Çağ atlattıysa Recep, hile de, hurda da, kandırılma da kandırma da …
Bir yolda kanan, kandırılan Kezban olsun, şunun, şurasında ..
Kezban olsun şunun, şurasında ..
Kezban kurban olsun onu kandırana, tavlayana, fırınına iki odun atana, ateşini canlı tutana ..
Can kurban can, beni kandırana …
Az bir şey mi şunun şurasında ..
Kandırılma da Uzunla aynı kaderi paylaştım bende, Kezbanlığım da …
Yıl olsa da iki bin yirmi, insanoğlu çıksa da uzaya …
O Uzun, ben Kezban ve daha nice koyunlar …
El ve ağız birliği etmişlikler de, doymuyoruz bir türlü kanmalara, kandırılmalara ….!
DOYMUYORUZ, KANMA LARA, KANDIRILMALARA ….!
GÜNÜN EN POPÜLER, EN SIK KULLANILIP DUYULAN SÖZCÜĞÜ OLUP, ÇIKTI, SONUN DA … ‘’- KANDIRILDIK . ‘’
MODA OLUP ÇIKTI, KANDIRILMA, SONUN DA !
Ömür tüketti, ömür Recep, KANDIRILMA SENDROMUNDA !
Önüne gelen kandırıyor, bizim Recebi, şunun şurasında …,
Koyulduğu her oyunda, tutuştuğu Lades te ….!
Oturduğu pazarlık masasın da …
Girdiği her yarışla, savaşta ..
Bir RECEP ile ASİYE, birde ben Kezban la, garibim TÜRKİYE …
Kurtulamıyoruz, kandırılmaktan ….!
Doyamıyoruz kandırılmalara …
Üstelik, haz alıyoruz, her seferinde, Kandırılmak tan …
Kandıran, kandırana …!
Sal, koyuver gelsin, sırada kim varsa …
Recep ile, beni ..
Kezban’ı kandırmaya ..
Recep benden beter, ben Recep’ten fenayım, kanmada, kandırılmada …!
Kanmada, kandırılmada …!
Recep ile beni ….
Kandıran, kandırana …
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ / İSYANİ
Immenstaad / Friedrichshafen / Almanya
24 / 01 / 2020
Saat ; 07_00

5 Şubat 2020 Çarşamba

AZAP , AZAP ÖLÜMÜ...

Bir bilseniz ....
Bizler ....
Ne kadar çoğuz,hemde sanıldığından da çoğuz ...
Acılarımız, çatlamayan sır küpümüz..
Ayıplanma korkularımız sa mührümüz ve sırrımız dır ..
Ondandır,elemlerimizin ve ölümlerimizin çoğalışı ..
Küskünlükler cenderesinde, içiyoruz yaşayan ölülüklerde, azap,azap ölümü ...!
Azap,azap ölümü ...!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ

Ereğli /KONYA

03/02/2018

Saat; 04_42

3 Şubat 2020 Pazartesi

EYY EŞKİYAM....!
''SESLENİŞ''

Eyy eşkiyam...!
Terkedeli beni...
Sen....
Bir eski duvardaki koytuğa millenmiş toz ve bağlanıvermiş usba gibi işledin içime...
Ömrümün nafileliklerinde..
Ardınsıra yokluğunda hissettiğim...
Kuşkuydu,korkuydu ...
İlk anda adını koyamadığım duygunun adı..
Benliğimi sarıp sarmalayıvermişliklerle beni talan ederek....
Sinsice alıverirken içimdeki son sevgi ve güven kırıntılarını..
Terketmişliğinde beni...
Bir harabe,bir hilkat garibesi bırakıveriyordun benden arda kalanlığımda...
Üşürken ruhum,titrerken içim lambadaki alev gibi..
Un ufak oluveriyorum sevgisizlik çöllerinde...
Adın insanlıkdı senin, eşkiya olup dağa vurmazdan önce sen kendini..
Şimdi haramiler ve harabeler diyarında koyarak beni,
Terkettin bedenimi,ruhumu...
Soyuldu özüm,kurudu ,çürüdü içim...
Vefaydı,kadirşinaslık ve dostlukdu..
Güzel inciler gibi saklanırken sen içimde..
Hayat,ekin yeşilinden,saman sarısından...
Çürümüş ot rengine dönmemişdi henüz.
Su çürümemiş,insan kokuşmamışdı riya ve ikiyüzlülük balçığında..
Debelenmelerede belenmemişdi dahaca mertlik ve vefa.....
Daldası duldası kucaklıyordu dostluğun ve sevginin insan yüreklerini..
Ruh yorgunlukları,bencillik, bezginlik nakşolmamışdı dahaca...
Üzülebiliyorduk, bırak bir insana...
Bir solucanın naçarlığına,bir ağacın kuruyuşuna bile..
Kurda kuşa rızkımızı verebiliyorduk
Üleşerek sevinci ve mutluluğu çoğaltmışlığı farketmenin coşkusuyla..
Oysa şimdi...
Oysa şimdi..!
Düşdük düşeli bu illete ,
İliklerimize dek işleyeli, bencillik,riya ve nankörlük..
Bir çınarın içine işleyen güve gibi yiyip bitireli için için bizi..
Biz yitirdik bizliğimizi...
Tutmak varken düşenin elinden,
Bir tekmede biz atmalıyızlıkların kıskacında..
Savurduk, tekmelerde insanlığımızı...
Önce,yaşarken kalabalıklarda yalnızlığı..
Şimdi musallat olmuşluklarda bize...
İçimizde ''çoğalarak yaşanılan ''yalnızlıklar..
Ben bana yabancı,sen sana düşman,öteki beriki kendine ve hayata küskün..
Ne zaman girdi bu vehim,nasıl sardı bu illet deme..
Bu yabancılaşmanın çarkları bizi duyarsızlıklarımızda..
Nemalazımcılığın avaralıklarında dolaşırken sarıp sarmaladı...
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın gevezeliklerinde nakşettik biz bize yabancılığı..
Özümüz güvensiz oldu özümüze..
Üç maymunu oynamayı çok tezinden belledik..
Reddi miraslarda terkederken o güzel insani hasletleri..
Bencillik,cahalet ve nankörlüğün sarmaşıkları..
Ve,karanlığın örümcekleri esir aldı bizi..
Selamlar bile paraya endekslendi..
Menfaatler için insanı değil önce ruhumuzu ,benliğimizi sattık..
Nokta kadar çıkara,bırak virgül kadar eğilmeyi paspas olduk paspas...!
Yüzleşmeleri ve aynalarda kendimize bakmaları terkettik..
Tıkandı kulaklarımız,miller çekildi gözlerimize insanlığa has değerleri unuturken..
Kölesi olduk kendi egolarımızın ve yarattığımız medeniyet denen ucubenin..
Eyyyy insanlık,
Sen eşkiya olup dağa çıkalı,
sözde,''İnsan (!)'' denen soysuzlar güruhu harami olup çöktü tepemize...
Önce ruhumuzu talan ettiler...
Güle güle düzülmede haz almayı öğrendikce,
Kurbağa fobilerine alışakoyduk iyice...!.
Gelen ağam giden paşam teranelerinde ve nankörlükde çoğalmışlıklarla..
Çile çile sarıp ruhumuzu,kendi şeytanımıza hibe ederken biz bizi..
Değil darda ve dağda,yitirdik düz ovada yolumuzu,izimizi..
Karıştı at izi,it izine..
Filler tepiştikce ezildi çiçek ömürlerimiz heba olmuşluklarda..
İçine ettik erdemin,asaletin,zarafetin,kişilikli olmaların.
Emek hırsızlıklarına tenezül etmişliklerde ...
Köşe dönmelerin tuzaklarına tutsak olmuşluklarda..
Ve'de,
''Ekmek çalmadan, doyurmalara..! '' sırt dönmüşlüklerde,yitirdik önce kendimizi...
Bul karoyu al parayı kumarlarında tükettik sermayemizi..
Ardısırada seni..
Ey insanlık,bak şimdi gör halimizi..
Su çürüdü,öz kokuştu,maya bozuldu..!!!
Nafileliklerde göle maya çalsakda,tutturamıyoruz şimdi senin yoğurdunu...
Ne desen haklısın..
Seni bindirdik biz imamın kayığına,sürüp savurduk dağa taşa..
Sen çıkalı dağa,sana hasretim daha bir büyüyor içimde ey benim eşkiyam..
Şimdi gözlerimdeki ağıtlar bile yalana ve ikiyüzlülüğe teslim oldu..
Bir ölümde aynı akar gözyaşının rengi derler..
Oysa timsah gözyaşlarını bile bellettik biz bu gözlere,alarak masumluklarını...
Ölümüne acımdan şimdi kançanağına dönen gözlerimden akan yaşda yıkıyorum benliğimi ey eşkiyam...
Demem ondandır ....
Demem ondandır...
Eyyy eşkiyam..,
Terkedeli beni..
Sen..
Bir eski duvardaki koytuğa millenmiş toz ve bağlanıvermiş bir usba gibi işledin içime..
Ömrümün nafileliklerinde...!

Mualla YASSIBAŞ
Hildesheim/Almanya
04.01.2010
Saat:17_30

GÖÇLERİN, EN ZORU, OLURSUZU, İÇE SİNMEYENİDİR ........ İÇE SİNMEYENİ .......! Göçler vardır, hayatımızda adlandıramadığımız, alışamadığımız ...