7 Kasım 2015 Cumartesi


HANGİSİ, HANGİMİZ …?
Yaşam hengamesinde ,sürülüp- savruluyor … Dur durak bilmeksizin didinip, koşuşturuyordu … Kendini bildi bileli, bu ceberut hayatın… Kendisine, zoru, sıkıntıyı ve pek ender de olsa .. Kırık-dökük gülüş güzelliğini sunarak … Sarıp-sarmalamışlığında, onu … Değerler manzumesinin zaman içinde .. Adeta, bir çöl kasırgası hızıyla değişip .. Kendisini hayata ve bu kavramlara yetişemez hissetmişliğinde . Karışıyordu kadın için, hemen her şey bir birine ! O taassupların, törelerin, gelenek ve göreneklerin cenderesinde .. Birilerinin, ona, hayat diye dayattığı …., Bu muammalı, çetrefilli kasvet labirentlerinde … Zorakiliklerde, dayatmışlığıyla hayatı ve dünyayı … O içinde hüzünlere bulanmış Ünzile’ler büyütüp çoğaltarak .. Tebessüme yaban, gülüş güzelliklerine.. Çocuk sevinçlerine, ırak, Nisan yağmurlarından da bereketli göz yaşlarına aşinalığıyla .. Hayatı, ona sunulan siyah-beyaz klişesinde görerek büyümüşlüğünde.. Düşülen yaman çelişkilerde, işi mevla’ya bırakmayı .. Suçu, kadere yüklemeyi öğrenmişti iyiden, iyiye . Zaman geçip, hayatın farklı renklerini tanıyıp … Dünyanın bin bir halliliğini fark ettikçe .. Dudak uçuklatan, baş döndüren olaylar girdabında yutulup … Boğuldukça , nefessiz kaldığı, umutsuz ve naçar olduğu hallerde .. İğne deliğinden geçirdiği, duygu ve hüsran ipliklerinde .. Yeniden ve yeniden sökülüp, dikilerek adeta tiftiyen umutları .. Kasımda kopan, güz yellerinde dal uçlarında titreyen .. Sararmış-solmuş yaprakların iğretiliğinde … Hayat denilen bu boranda, savrulmamayı, el yordamı … Dahası, deneme-yanılma çarklarının paslı gıcırtılarında öğrenerek .. Varlık ve olgunluk savaşını sürdürüyordu … Mektep-medrese gösterilmemişliğinde … Sevgilerin esirgenip,sevinçlerin kursağında konulmuşluğunda ..! Dayatılan, çocuk gelinlik ağularını içmişliğinde .. Telef ömürlerin, karartılı günlerin ve sancılı gecelerin tutsağı olup-çıktığında .. Fark etti ki, kendi için, İşin, işten geçmelere yüz tutmuşluğunda .. Hayat, sadece zulüm ve çalı süpürgesi sertliği değildi, aslında ve özünde .. Ama, ömür ve zaman treni … Hep zamansızlıklarda, olursuzluklarda … Geldi geçti, onun için .. Ya geç kaldı, ya koştu yetişemedi .. Hep hüsranlar ona, hicranlar gönlüne düştü .. ‘’Koca köy’’, talihsizliğinde ömür çürüttüğü .. Büyük kentin, köhne varoşlarında .. Çalınan çocukluğuna, Iskalanmış ömrüne, Çocuklarda kattı, zorbalığında insanlar ve hayat .. Bayram-seyran, neşe-sevinç hala yakın semtine uğramıyorken .. Yaptığı hesapların hiç birisinde .. İki kere ikinin, dört ettiğini görüp, yakalayamadı .. Yaşlı, iflahsız ve kumarbaz koca .. Olmadı , üstüne bir de dayak, zulüm, kuma çilesi Karalara belenmiş hayata göz açan…. Üç biçare çocuk ağıtı düştü, ömrüne ve çileli günlerine .. Yaslar bağladı, karalar giydi .. Ta’ki, kafasına bilgi çiçeği ekili rengarenk saksı, Aklına aydınlık, diline alfabeyi keşfediş güzelliği .. Geçte olsa düşüp, akı-karadan .. Elif’i, mertek’ten seçinceye kadar .. Sonunda aydınlanma ışığı düşünce hayatına .. Bir öğrendi, pir öğrendi kadın ….! Hayatın akla-kara .. Göz aşıyla –zulümden ibaret olmadığını .. Oturdu eski ömrünün karalarını, aklarından ayırdı .. Ömrünü eledi, acılarını ters düz edip , Özveri, metanet ve sevgide beledi . Ve, kızlık çağında ona takılan …. O mendebur ve melanet at gözlüklerini atması gerektiğini .. Dahası da, hayatı sorgulamadan , Hayatının ağarıp, düzelmeyeceğini anladı ..! Önce kafasından ilbizi , vesveselerini, hurafeleri .. İnanç diye ona dayatılan garabetlik ve ucubelikleri … Yüreğinden korkularını, ruhundan karamsarlığı .. Ömründen, umutsuzluğu, mutsuzluğu.. Kendine ve hayata küskünlüğü … Ve, nihayetinde bir reklamda yarım-yamalak duyduğunca …. 
Eskimiş çorapları atış önerisiyle .. Tıpkı, o çoraplar gibi, kendi ömür eskisini …. Eskilerin içindeki, en beteri, en eskisi … Sünepe, asalak.. Daha da ilerisi .., O zalim, ceberut kocayı atması gerektiğini kavrayıp, fark etti …! Kendisinden esirgenen mektep-medreseyi çocuklarına sunarken ... 
Onuruyla, emek, emek, alın teri dökerek .. Hurda ve kağıt eskisi toplamaktan …., Kapıcılıktan ve temizliğe giden olmaktan .. Hiç ama hiç utanmadı .. Saçını süpürge, ömrünü teleme peynir yapıp .. Gecesini-gündüzüne katarak.. Diş-tırnak kazandıklarıyla .. İnsanca, insana yatırım yapıp, okuttu bebelerini.. Bebeleriyle söktüğü okumalarda, hayatı yeniden keşfetti .. Ömrünün kara öyküsü ağardı, koca zulmünü ardında bıraktı. Namusun, apış arasında olmadığını … Ve, özgürleşmenin kafada, zihinde başladığını, keşfetti .. Kendine dayatılan kapatmalarla, Mecburiyetlerde ömrüne ve başına geçirilen bez parçasını.. Onun temsil ettiği karanlığı, hakir görülmeyi ve zulümleri .. Aşağılanma aracı olarak kullanılan .. Bu, ne idüğü belli, Netameli bez parçasının neye, kime hizmet ettiğini görerek .. O, bir karış ucube örtüyle … Ahlak ve namusun korunamayacağını da kavrayınca ..! Önce, zihnini … Ardından, başındaki, ilbizlerin sembolü … O kara bulut misali, Onu kasvetle saran , Ona çocukluğundan beri, zorakiliklerde ….. Zulüm ve hurafeyle dayatılarak örtülen, kara çarşafını attı ..! Okudukça, bilgiyi kavrayarak, aydınlandı …. Aydınlandıkça, özgüvenin mucizevi ışığını .. Sorgulamanın, güzelliğini …. Ve, bilgiyi, bilimi, ilmi keşfetmenin insanı şavka boğduğunu … Bunun nimetini-kadrini, kıymetini takdir edip .. Tuttuğu yeni yolun kurtuluşu olduğuna inanarak … Sürdürdü ömür ve hayat yolculuğunu ! Ve, şimdilerde yürüdüğü hayat yolunun, geldiği noktasında .. Dönüp baktığında yol ayrımında, kendine, önüne, ardına .. Hüzne bulanan, kırık-dökük tebessümün yerini alan … O mutluluğun ışığı, sevginin sembolü, var oluşun idrakiyle .. Yüzünde hare, hare yayılan ışıl, ışıl aydınlık gülüşle .. Başaran, keşfeden, özgürleşen, var eden .. İnsanlığında kadının, kadın olmanın hüneri ve gücüyle .. Yarınının, dünden güzel olacağına olan, sarsılmaz inancıyla .. Ömründe, vicdanında ve içinde çoğalan aydınlığın gücüyle .. Sordu, usulca, yüreğine .. Yüreğini, can kulağıyla dinlemeleri öğrenmenin erdemi ve güzelliğiyle.. ‘’-Ömrümü, güzelliklerimi, dünümü çalan haramiler sürüsünü .. Nasıl ve hangi sürgünlerde nadim edeyim ?‘’ diye… Sonra, döküldü sözcükler, dudaklarından, fısıltılar halinde .. ‘’-Kör olasınız, demiyorum .. Kör olmayın, görün beni, boyu-bosu devrilesiceler …! Deyin bana,.. Ben, sizin mahvettiğiniz .. Ve, benim kendi külümde kendimi var eden Zümrüt-ü Ankalığımda …. Bina ettiğim, yeni beni ve dünyamı var etmişliğimle .. Soruyorum size .. Deyin bana .. Hangi ben, daha çok, korku salıyorum …, Sevgi ve insanlık fukarası o, taş yüreklerinize ? Hangisi, hangimiz ? ‘’ diye ..… Söylenerek kendi, kendine ….! Sordu, tebessümlerle süslenen sessizliğiyle …. Hangisi …Hangimiz , diye ? Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ Ereğli / KONYA 07 / 11 / 2015 Saat; 01_19

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ONDANDIR.. Bir sendin.. Bir de ben .. Hayat mektebinde , sınıfları geçemeyen.. Ondandır, adımızın ,''Baki '' ile ,'...