8 Nisan 2020 Çarşamba

SAAT, HEP ON DOKUZ OTUZ …,

Benim için saat, yıllardır hep on dokuz otuzu gösterir ….
Akreple, yelkovan adeta çivilenmişlerdir bu zaman dilimine .
Bu çivileniş, ta yüreğimin derinlerine dek uzanır ….!
Ve, yarası yıllardır, için, için kanamacasına sürer, hala …
Ne kapanmayı, kabuk bağlamayı bilir, nede durur kanaması?
Çoğu kez bürünür, çürümüş mürdüm eriği moruna ….!
Yıllardır bende saatler, hep on dokuz otuz …
Bunun böyle oluşu nedensiz ve durduk yere olmuş değil elbet ki …!
Çünkü, bu senin adsız-sansız gidişinin ve ilelebet yitiş …
Gönül göğüm den kayan kuyruklu yıldız olup, meçhullere ve dönülmezliğe, göçüş ….
Beni, boynu bükük, öksüz ve naçar koyuş saatin ….!
O gün- bu gündür, her ne yaparsam yapayım ….
Oynatıp, değiştiremiyor, ilerletemiyorum ….
Yada her ne halt edersem edeyim akreple-yelkovanı bir türlü geri alamıyorum ….
Ömrümün ve ruhumun derinlerine işleyen, bu çivilenişi … Dahası, akreple-yelkovanın adeta pas tutmacasına on dokuz otuz’ da kalışını ….
Her nerede, hangi coğrafya ve iklimde, hatta buda yetmez….
Cehennemin esfelesin de bile olursam, olayım …
Ruhumda hala o gün, o an, on dokuz otuza kitlenmesine neden olan ….
O, melanet ve kerahat saatlerde yaşadıklarımın acısı, silinmeyen derin izleri ve tarifsiz hüzünleri var …
Ömür ağacımın dalının-budağının, bir anda ….
Kapıldığı korkunç yangınlarda kalışının, tüm benliğime kazınan izleri ….
O anki tazelikle, yakıcılık da sanki az önce yaşanmışcasına, capcanlı durur …..
Nice yıllar sonra, şimdi bile, hala mı hala ….!
İçi dışına çıkan, düzen tutmayıp, tik-takları hiç susmayan, eksilmeyen …
O an ki yaşadıklarıma ve dahası viraneliğime tanık, biçare saatimin ….
On dokuz otuzu gösteriyorluğu, hiç ama hiç değişmedi …!
Çünkü, ömrümün ve dünyamın alt-üst olmuşluğunda …. Sensizliğin hasarı, tarifsiz acısı, günler ve yıllarla eksilmeyip ..
Bilakis artışıyla, yaşadığım azap ve bende yarattığı hüsran ve talan ….
O gün-bu gündür hiç eksilmediği gibi, iyiden iyiye arttı .
Nereye gidersem, hangi yöne bakarsam, düne ve o ana dair anıları düşünsem, afakanlar basmakla kalmıyor..
Bir ağlama nöbeti, gök gürlemesini aratmayan hıçkırıklarla başlayıp, genirmeyi de aşarak ….
Adeta, böğürmeyi çağrıştıran hallerimle, zavallı, acınası sünepe ve sefil bir acuze olup, çıkıyorum ..
Uykuya hasretlikler de, kan çanağına dönen gözlerim de saatler ….
Şirazeden çıkmışlık la, fıldır, fıldır hep o, anı …
On dokuz otuzu göstermeye yeminlilikler de, beni kusturmacası na …
Görünmez ellerce o, saate kurulmuşcasına, o saati ve anı göstermeye kitleniyor ….
Öyle ki, değil sadece kendi fakir hanemde ki saatler ….
Kıyı-bucak nerede , ne kadar saat görüyorsam göz bebeklerime nakşolmuş'luklar da ….
Sanki önceden kavileşmişcesine, hepsi birden on dokuz otuzu gösteriyorlar …
Tarifsiz naçarlık ve zulme ve hatta işkenceye varan hallerde gözlerimi, beynimi dahası ruhumu esir alıyor bu manzara ..
Çektirdiği azabı yaşasan, malum Çin işkencelerinden bile bin beterliklerini ferya-figanlıklar da benden önce sen dillendirir ..
Halimi anlamakla kalmaz, isyanları oynamamı ve zıvanadan çıkınca ne hallere düşüşümü daha anlayış ve hoş görüyle karşılarsın …
Yıllardır her ne yaptım sa bir türlü medet bulamamışlığım da …
Yaşamıma gire, eski-yeni tüm dostlarımın çoğu kez acıyan bakışlarla beni süzerek tanık olmuşluğun da…
Yaşadığım bu zulüm silsilesinde ve ruhsal depremlerde yıkıntıların altından görünen her saat eskisi …
Adeta o gizemli ilahi emre itaat edercesine inadına ve beni çıldırtmaya yeminli likler de ….
O gün- bu gündür, hep on dokuz otuzu göstermekte …..
Gidişinle yaşayan ölü can olup çıktım, şimdilerde paspayeliklerin kıskacında, sefilce sürüklenerek ömür çürütmüşlüğümde..
Senin yarım bıraktığın öldürme işini, yerine saatler devraldı ..
Şimdilerde onların içime işlemişliğinde ….
Dünyam olup çıktı tımarhane ve buradaki tek kurban benim …
Kurnası bozuk çeşmeye dönen gözlerim sürmenaj olup çıktı …
Her an, her yerde ….
Tüm saatlerin, on dokuz otuzu göstermelerinden
Yarattığın eserinle, ahı gitmiş, vah’ ı kalmış, çıfıtı çıkmış biçareye dönen benimle ne denli övünsen, zafer kutlamaları yapmaya dursan, azdır..
Saatler, zulmünü ….
Sen, inadını sürdürdükçe, şunun şurasında canlı cenazeye dönen benden arta kalan, şu adam eskisinin ecelsiz meftine sebep oluşunla ….
Hatta, canıma ot tıkayışı na tanıklıklarda…
Adeta, lal olmuşluklar da ve nutku tutuk hallerde o, son nefesi vermeme ve saatlerin on dokuz otuz gösterme zulümlerinin bitmesini benden çok istemişlikleriyle …
O günü iple çeker oldular adeta …
Ama gel gör ve bahtsızlığıma hatta lanetlenmişliğime bak ki ..
Ne o gözlenen ve iple çekilen gün geliyor..
Nede saatlerin on dokuz otuz işkencesi ve zulmü bitiyor..
Sen ve on dokuz otuza kitlenen saatler sabırlı ve acımasız ,zalim avcı..
Bense ne kaçıp kurtulmayı nede ölmeyi bilip-beceremeyen av hallerinde sürüp gidiyor bu kısır döngü ..
İçimden çoğalan öfke nöbetlerinde sessizliğin sesiyle haykırıyor yüreğim..
‘’ – Haspe çıksın ve nereden inceldi ise oradan kopsun da..! ‘’
İnsin perde, bitsin bu kanlı oyun ve sonlansın saatlerin zulmüyle benim on dokuz otuz sendromum, süren azabım ve kahroluş um ….
Biliyor musun (?),isyanımı dillendirip, öfkemi ve tüm duygularımı döktüğüm bu dizeleri, kağıda döktüğüm, şu an bile..
Hala ve inadına ..
Saatler, tüm can alıcılığı ve kararlılıkla on dokuz otuzu gösteriyorlar hala ….
Anla ve bil ki ..
Demek oluyor ki, günün o kerahat saatinde, on dokuz otuzda, sen gittin gideli ..
Ömrümde saat, hep on dokuz otuz …..!
Saat, hep on dokuz otuz …..!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ / İSYANİ

Immenstaad / Friedrichshafen / Almanya

27 / 03 / 2019

Saat ; 19_30

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  YARIMSIN …. Hayatın sana oldum olası cömert davranıp … Yediğin önünde, yemediğin ardında, bal-kaymak bir hayatı sunmuşluğunda … Oldum olas...